Günümüz dünyasında her gün yeni şeyler öğreniyoruz. İnsanın kendini geliştirmesi için uçsuz bucaksız alanlar ve fırsatlar var. Bu fırsatları değerlendirmek ise insana kalıyor. Bu olanaklar iki şekilde değerlendirilebilir. Birincisi, bir eğitmene danışarak ikincisi ise kendi kendine keşfederek. Bu durum akıllara şu soruyu getiriyor: “İnsan bir ustası, bir öğreticisi olmadan da kendini eğitebilir mi?”
Bu konuda ünlü filozof Sokrates’in bir çalışması var. Sokrates, insanı iyiye ve faydalı olana yöneltecek olan bilgilerin
insanın ruhunda uyur halde olarak bulunduğunu ve soruşturma yoluyla uyanır hale geleceğini savunmuştur. Bunu kanıtlamak için ise hiçbir eğitim almamış bir köleye hiçbir şey öğretmeden zor bir geometri problemini çözdürmüştür. Bu yol göstericilik Sokrates’in tüm yaşamı boyunca uyguladığı, kişilere önceden bildiği fakat sonradan unuttuğu şeyleri anımsatma sürecidir. Bu Sokrates’in kendi
deyişiyle “ebelik sanatına” karşılık gelmektedir. Sokrates’in sözünü ettiği bu yöntem biçimi diyalogdur. Çünkü diyalog sürecinde insanlar karşılıklı konuşur, tartışır ve bir sonuca varılır.
Başka bir filozof, Immanuel Kant ise bu konuda Sokrates’ten biraz farklı bir düşünce yapısına sahiptir. Immanuel Kant, Akıl sahibi bir varlık olarak insan, doğal yeteneklerini kullanarak kendi tarafından konulmuş amaçlar sayesinde kendini geliştirebildiğini savunmuştur. Ayrıca Kant, insanların amacının bir hayvan türünden ahlaki bir türe yükselmek olarak düşünmüştür. Bunun da gerçekleşebilmesi için kendiliğinden ilerleyen kültürü eğitim aracılığıyla planlı bir şekilde kendi kontrolümüz altına almamız gerekmektedir. Ancak eğitimin olabilmesi için bir ustaya ihtiyaç olduğunu da savunmaktadır. Bunu da şöyle özetler: “Her nesil diğerini eğitmek zorundadır, çünkü insan doğar doğmaz kendi başına hayatını sürdürecek bir yapıda olmadığından kendinden önceki nesillerin bilgi ve deneyimlerine ihtiyaç duyar. Her nesil kendi üzerine düşen görevi yaparak insan potansiyelinin insanlık amacına uygun bir şekilde gelişmesine yardımcı olur.”
İnsan, doğduğu andan itibaren bilgiyi aramakta isteklidir. Yeni doğmuş bir bebek etrafındakilere meraklı gözlerle bakar, ellerini ve kollarını hayretle izler. Aristoteles, “Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister.” sözüyle de bunu destekler. Buna karşın, huzursuzluk ile ağlayan bir bebek ise o an etrafında olan bitene anlam veremediği yani o an olanları bilmediği için huzursuzdur ve ağlamaktadır. Demek ki bilgi, insanın ilk günlerinde de olsa varlığında insanları güvenli ve emin hissettirir. Yokluğu ise huzursuz ve korkutucu hissettirir. Bu bilgiyi elde etmek için ise insan, doğduğu andan itibaren bir ustaya ihtiyaç duyar. Hayatı boyunca insanlardan farklı farklı bilgiler öğrenir ve bunları mutluluğa ulaşmak için kullanır. Bu yüzden bir usta olmadan insanın öğrenebilecekleri sınırlıdır. Hatta bir usta olmadan insan hayatta kalamaz. Çünkü insan bebekleri tek başlarına hayatta kalabilmek için gereken içgüdüye sahip değillerdir. Bir yol gösteren olmadan mutluluğa ulaşmak imkansızdır.