Dünya üzerinde mutlak ve bütün bir barış bugüne kadar hiç var olmamıştır. Ne kadar inkâr etsek de, bundan ne kadar kaçsak da, ne kadar geliştiğimizi varsaysak da bilinçaltımız inatçı bir şekilde yerleşmiş reflekslerle doludur. Bu refleksler belgesellerde gördüğümüz hayvanların davranışlarıyla benzerlik gösterir. Bu reflekslerden bazıları hayatta kalmamızı sağlayan davranışlar olarak kabul edilir, diğerleriyse müreffeh toplumların bakış açısına göre sapkınlıktan ibarettir. Bu davranışların kabul edilebilirliği insandan insana, toplumdan topluma yahut Batıdan Doğuya farklılık gösterir. Nesnel olarak kabul edilmesi gereken şeyse bu reflekslerin insanoğlunun değiştirilemez bir parçası olduğudur. Bu eylemler doğanın temellerini oluşturur. Bunlardan kurtulup kişiden kişiye değişkenlik gösteren “Adil ve Barışçıl İnsan” modelinin yaratmaya kalkışmak, doğanın temellerini değiştirmeyi ve şu anda var olan dengeyi bozup bambaşka bir şekilde yeniden kurmayı gerektirir.
İlk insandan bu yana gelen özellikleri değiştirmek başlı başına bir muammayken, değişimlerin eskisinden daha iyi bir ortamı doğuracağına körü körüne bağlanmak en hafif tabiriyle hayalperestliktir. Bırakın bütün dünyayı ya da bütün insanlığı, tek bir millete mensup kişiler arasında bile kesin bir barış ortamı sağlamak son derece güçtür. Ailelerin içinde bile karşılıklı saygısızlıklar ve tahammülsüzlüklere sık sık rastlanmaktadır. Oysaki vadedilen “Dünya Barışı” toplumların yapı taşı olan en küçük grup, yani aile kurumu ile başlamalıdır. Bu problemleri aşmayı ve tam anlamıyla cennetten çıkma bir ırk yaratmayı başarsanız bile bu insanların düşünce yapılarının birbiriyle birebir örtüşmesi gerekecektir. Bunun sebebiyse “Barış” kavramını evrensel bir kavram olmamasından kaynaklanmaktadır. Daha basit bir şekilde açıklamak gerekirse, sizin barışınız benim barışım olmayabilir. Herkese uyacak bir plan yani gerçek “Dünya Barışı” planını yaratmak ve işe yaramasını sağlamak için bütün insanların aynı zihin yapısına sahip olması ve herkesin bilinçaltındaki hayvansal refleksleri yenmesi için son derece kararlı olması gerekmektedir. Kulağa pek de iyi ve mümkün gelmeyen bu fikir olur da gerçekleşirse, gerçek bir “Dünya Barışı Planı” yapılıp yürürlüğe konulabilir.
Velev ki bu plan işe yaradı ve “Dünya Barışı” herkes için tam anlamıyla sağlandı; sizce, nitelikleri sebebiyle ütopik mi distopik mi olduğu belli olmayan bu hayali evrende yaşamak; önümüze acı, tatlı, ekşi, lezzetli, vasat ya da berbat yemekler çıkaran günümüz dünyasında yaşamak kadar heyecan verici ve doyurucu olacak mı? İşte bu noktada karar sizin:
Hayatınız boyunca sevdiğiniz tek yiyecekten başka bir şey yiyememek mi, yoksa her öğün farklı bir yemekle karşılaşmayı mı arzu edersiniz?