Büyüyünce gezi rehberi olmak istemiştim hep. Tarihe, turizme ilgim vardı küçüklüğümden beri. Gittiğimiz yerlerin gizemli sırlarla dolu hikayelerini dinlerken, yürüdüğüm yerlerde yaşanan hikayeleri düşündüğümde çok heyecanlanırdım; kalbim yerinden çıkacak gibi olurdu. Biraz daha büyüdüğümde lise son yıllarında gezmeye karar verdim bir sürü yeri. Gezip her şeyi, her hikayeyi öğrenmek istiyordum bir sürü şehirdeki. Tabii ki de İstanbul olmalıydı ilk durağım. Her yıl bir sürü turist çeken, gizemli tarihiyle gönüllerimize taht kuran İstanbul.
İstanbul’a gittiğimde tarihi yarımadadan başladım gezi serüvenime. Bir sürü millete ev sahipliği yapmış İstanbul gezmek için süper bir yerdi. Buram buram tarih kokan, sokaklarında kaybolmak isteyeceğiniz tarz bir yer… İstanbul’da çok güzel geçti ilk birkaç gün. Ancak yolculuğumun son günlerinde bu yerlerin tarihi gizemi ve değerleri yerine başka bir şey benim ilgimi daha çok çekmişti. Bize ona yaptıklarımıza rağmen hala sırt çevirmeyen İstanbul çok yorulmuştu artık. Daha fazla bize bu tarihi güzellikleri sunamayacağını iddia ediyordu. Uğrak noktaları arasında ziyaret ederken otobüste kulağıma bir şey daha fısıldadı. Tarihi yerleri bırakın; artık boğazı, ormanları da koruyamıyormuş. Her gün bir sürü insanın denizlere attığı çöpler, tarihi eserleri yıkıp görünen yüzünü kentsel dönüşüm olarak gösteren insanlar zarar veriyormuş ona. Uğruna yazılan onlarca şarkı, şiire rağmen insanları anlayamıyormuş bir türlü. Gördüklerimden sonra gezdiğim hiçbir yerden keyif almadım İstanbul’da. Nereye gitsem İstanbul’un sözcükleri kulağımda çınladı. Biraz sahil, Ege havası iyi gelir diye düşünüp İzmir’e gittim sıradaki durak olarak.
İzmir, Ege’nin incisi, her zaman özel bir şehir olmuştu benim için. Egenin verdiği sakinlikle birlikte büyük şehir olmanın etkileri bir olarak yeni bir özelliğe imza atıyorlardı. Deniz kenarına gelmek tahmin ettiğim gibi beni rahatlatmıştı biraz yaşadıklarımdan sonra. Ancak doğruyu söylemek gerekirse burada da hayal kırıklığına uğramıştım biraz. Hiç fotoğraflardaki gibi değildi çünkü etraf. Nereye adım atsam orada da bir sürü insan önümü kesiyordu benim. Hele sahillere gidince yerdeki çöpler, insanların kendilerini hayvansever olarak nitelendirip de hayvanlarının dışkılarını toplayamayacak kadar sorumsuz olmaları beni iyice kızdırmıştı. Zaten sonradan İzmir’den de duydum aynı söylemleri. Bana yakındı kendi durumundan İstanbul gibi. Doğal güzelliklerin korunması gerektiği gerçeğini insanların bilmediğini düşünüyordu. Bir de ek olarak o güzel sahil şehrine büyük upuzun binaları yakıştırmıyordu hiç. Sıradaki durağım Ankara’ydı. Bu şehirde de yaşayacağım duyguları az çok tahmin edebiliyordum ama yine de bir şans vermek istemiştim.
Tahminlerimin doğru çıktığı üzere gri, puslu bir hava karşıladı beni. Ankara çok özel bir şehirdi benim için. Atamızın yattığı yer Anıtkabir buradaydı bir kere. Önce orayı ziyaret etmiştim. Özel bir gün olmasa bile insanların yine de tıklım tıklım ziyaret etmesi duygulandırmıştı beni. Tam her şey güzelken gezilecek yerlere baktım internetten bir daha. Bir sürü adını bile duymadığım alışveriş merkezi vardı tüm internet sitelerinde. Başta bu kadar abartı olamayacağını düşünsem de yoldan geçerken tanıklık ettim. Karşılıklı alışveriş merkezleri açmışlardı her yere. Hani zaten bir tanesine çok ihtiyaç varmış gibi ikincisini de yapmaya gerek duymuşlardı. O an Ankara benimle konuştu. Daha önce konuşmadığını çünkü benim yakındığı durumu kendi gözlerimle görmemi istediğini belli etti. Onun da derdi aynıydı diğer şehirler gibi. O da bu sıkıcı gökdelenlerden, kirlilikten, kalabalıktan bıkmış; usanmıştı.
Bu kısa süren gezme serüvenim bitip de eve geldiğimde annem heyecanla karşıladı beni. Nasıl geçtiğini sordu bana. Benden güzel bir cevap bekliyor olacak ki ona çok kötü deyince yüzü düştü birden. Ancak yalan söylemenin bir anlamı yoktu. Hepimiz yalan söylemiyor muyduk her gün aslında? Mutluymuşuz gibi, her şey yolunda gidiyormuş gibi ama aslında hiçbir şey yolunda değildi! Şehirlerin dili yoktu ama bizimle konuşuyordu aslında. Biz de bunun farkında olsak da onlara yardım etmek yerine sırt çeviriyorduk her geçen gün. O andan sonra ne gezi rehberi ne de tarihçi olmak geldi içimden. Bunun nedeni de artık kimseye her şey yolundaymış gibi şehirlerin güzelliklerinden bahsedemeyecek olmamdı. Artık daha fazla rol yapmak yoktu.