Duygusuz Bir Gün

Sabah uyandıklarında, insanlar garip bir boşluk hissettiler. Sevmek, öfkelenmek, mutlu ya da üzgün olmak gibi yeteneklerini tamamen kaybetmişlerdi. İç dünyaları sessizleşmişti ve her şey yalnızca mantığın yönlendirmesiyle ilerliyordu.

İnsanlardaki bu değişikliği fark eden ilk kişiler en yakınlarındaki sevdikleriydi. Çocuklar artık anne babalarına “Günaydın” demiyor, aile kahvaltıları yapılmıyordu. Ortam gergindi, kimse diğerinin varlığını hatırlamıyordu. Okullarda öğrenciler, dünyayı gerçekçi bir şekilde yansıtırken sınıflar sessizdi. Bir şaka anlatıldığında belki hafif bir gülümseme olurdu ancak kimse birbirine dönüp bakmıyordu. Öğretmenler de aynıydı; onlar da bu durumu hiç yadırgamamış gibi davranıyordu.

İnsanların duygusal bağları kopmuştu. İş yerlerinde, insanlar sadece görevlerini yapıyordu. Kimse, başkalarının düşüncelerini ya da duygularını önemsemediği için iletişim ve etkileşim azalmıştı. Aileler, arkadaşlıklar ve evlilikler bile anlamını yitirmişti. Sokaklar sessizdi; kimse selamlaşmıyor ya da birbirine konuşmuyordu. Tüm şehir, kimsenin fark edilmediği veya duyulmadığı robotik bir yapıya dönüşmüştü.

Ancak duyguların eksikliği birkaç olumlu etki de yaratmıştı. Kıskançlık, öfke ve nefret yok olmuştu. İnsanlar yalnızca kendi ihtiyaçlarına odaklanmış ve çatışmalardan kaçınıyorlardı. Dünya, öncekinden daha huzurlu, düzenli ve sakin bir yer haline gelmişti.

Günün sonunda herkes aynı şeyi hissetti: derin bir boşluk. Ne bir neşe ne de bir başarı duygusu vardı. İnsanlar bu hiçlikle dolu bir şekilde yataklarına gittiler. Ertesi sabah duygular aniden geri geldi. İnsanlar tekrar sevgi, üzüntü ve heyecan hissetmeye başladı. Daha sonra, duygularının gerçek değerini anladılar; bu hisler, kazanılmış ya da kaybedilmiş zaferlerin hatıraları gibiydi. Duygular, bildikleri dünyayı şekillendiren en önemli şeylerdi.

(Visited 2 times, 1 visits today)