Hayatta olduğumuz süre içinde birçok değişime uğradığımız şüphesizdir. Bilinçli bir şekilde seçim yapabilme yetisine sahip olduğumuz andan itibaren etrafımızda var olan canlı ya da cansız her türlü varlığı bir şekilde etkileriz. Bu duruma bakıldığında bizim hayatımızı da farklı yönlerde etkileyen birtakım unsurlar olduğu göz ardı edilemez. Her ne kadar bazıları tarafından benliğimizin doğuştan geldiği düşünülse de, verdiğimiz kararların çoğunda ele aldığımız olgular duygularımızdan kaynaklanıyor. Peki bu duygu ve düşüncelerimiz, içimizden gelen daha yüce bir güçten mi, yoksa yalnızca çevremizden topladığımız veri ve örneklerden mi oluşuyor?
Doğduğumuz andan itibaren zihnimizde var olan birtakım düşünceler olduğu aşikar. İyi ve kötü ayrımı, mutluluk, hüzün ve daha nicesi doğumumuzdan beri bizimle olan kavramlardır. Fakat asıl kimliğimizi oluşturan duygu ve düşünceleri edindiğimiz yer çevredir ve bunu destekleyen birçok somut kanıt bulunabilir. Öncelikle, doğumumuzdan itibaren bizimle ilgilenen ve hareketlerinden belki de en çok etkilendiğimiz ailemizin üzerimizde en büyük etkiyi sağladığı, büyüdüğümüz çevrenin yaşam koşulları ve yaşadığımız ülkeye göre düşüncelerimizin bile değişebildiği gibi bazı ilk akla gelen su götürmez gerçek denilebilecek örnekler verilebilir. Konuştuğumuz dilin düşünce yapımızı etkilediğine dair yapılan birçok çalışma ve yazılan birçok kitap bunların göstergesi olabilir. Örneğin, bazı toplumlar, dillerinin karmaşıklığı sayesinde zaman anlayışlarını da farklılaştırmış ve zamanın bir ok değil, daire olduğunu söylemişlerdir. Yani dil bazı varlıkların insanlar tarafından yorumlanma şekillerini de değiştirebiliyorsa, zihnin yapısı etrafımıza gelişen ve değişen herhangi bir olguyla birlikte şekillenebiliyor demektir.
Bu soruyu belki de yine tartışma yaratan farklı bir soruyla değerlendirebiliriz. “Eğer birini öldüreceğini bildiğiniz birini bebekken öldürme fırsatınız olsa yapar mıydınız?” Bir insanı kötü bir şey yapacağını bildiğiniz halde bu olaylar hiç yaşanmamışken öldürmeyi göze alabilir miydiniz? Sonuçta henüz o olayların hiçbiri yaşanmadı. Bu sorunun içinde benliğimizi oluşturanın çevremiz olduğunu kanıtlayan iki örnek gözlemleyebiliriz. Öncelikle, bu kararı yapacak olan kişinin vicdanının ölçüsü onun bu kararı verip vermemesinde etkili olacaktır. Vicdanımızın her ne kadar doğuştan geldiği düşünülse de, yapılan pek çok araştırma bu duygunun etrafımızda gördüğümüz olaylar üzerine empati kurmamız üzerine ortaya çıktığını gösteriyor. İkinci örnek ise şöyle açıklanabilir. “Eğer bu insanın küçüklüğüne ulaşabilseydik. böyle bir şeyi yapmamız doğru olur muydu?” Henüz gerçekleşmemiş bir olay için birini suçlamak doğru mudur? Eğer o kişi o andan itibaren farklı bir yerde ve şartlarda yaşasaydı, hayatı değişip farklı bir insan olabilir miydi? İşte bu sorular çevreye bağlı olarak benliğimizin oluştuğunun kanıtı olabilir. İnsanlık her geçen gün değişip farklı yaşam tarzlarına bürünüyor. Çevre ve insanın birbiriyle olan etkileşimi her zaman sürecek ve şekillenmeye devam edecektir.