Düşler Dünyası

Bu sabah da olduğu gibi üç gündür durmadan, bardaktan boşalırcasına yağıyordu yağmur. Üvey annemin beni döverek uyandırmasıyla uyandım sabaha. Her zamanki gibi “Sen bu evde yaşıyorsan temizliği ve yemeği sen yapacaksın. Bir de hizmetçi mi tutalım!” bağırışları artık kalbimi kırmıyordu, aksine bu kulağa ninni gibi gelen(!) haykırışları umursamıyordum. Nihayet duvarları eskimiş ve muhtemelen iki ay içinde üzerime yıkılacak odamdan çıktı. Hemen odamdan ayrılmadım, düşüncelerimi dinlemeye başladım çünkü onları dinleyebildiğim tek andı o iki dakika. Her zaman bu dünyadan daha farklı bir dünya hayal ederdim ve fikirlerim de bunu bağırarak dile getirirdi aklımda. Kendime geldim ve günümün üvey annemin emirleriyle mahvolmasına izin verdim üç yıldır yaptığım gibi. Artık azat edildiğimde düşüncelerimin görsel olarak yer aldığı o büyülü hazineye yani uykuya dalabilirdim.

Uyandım, dışarıda güneş ‘ben buradayım’ dercesine parlıyor, insanın gözünü yoruyordu. Odam kar beyazı duvarla kaplıydı ve oldukça sağlam gözüküyordu. Saat ondu, üvey annemin neden gelmediğini bilmiyordum ama bilmek de istemiyordum çünkü kendimi kuş kadar hafif ve özgür hissediyordum. Aylardır yediğim dayaktan dolayı aynaya bakamaz olmuştum korkudan ama ayağa kalkar kalkmaz aynaya baktım: Sağ gözüm morarıp şişmemişti ya da patlamış bir dudağım yoktu. Kaşım fırlatılan cisimlerden dolayı yırtılmamıştı ve gözlerimde umutsuzluk da yoktu. Bana ne olmuştu, bu dünya gerçek olamayacak kadar hayaliydi ama bitmemeliydi. Keşfetmek için dışarı çıktım, eskiden çıkamazdım çünkü insanların sorgulayıcı bakışlarına maruz kalırdım.

Dışarıda gördüğüm ilk şey her zaman nefret ettiğim adamların sokakta olmamasıydı: O adamlardan nefret ederdim çünkü yoldayken beni taciz ederlerdi ve polise gitmeye çalıştığımda beni tehdit ederlerdi. Dar sokakta adımlarımı hızlandırdım ve eski okulun yanında duran parka göz attım: Etrafta sigara ve uyuşturucu satan insanlar yoktu, onun yerine salıncakta sallanan küçük, şirin çocuklar ve onları gülümseyerek izleyen aileler vardı. Bu tablo yüzüme bir gülümseme yerleştirdi, uzun zamandır gülümsemiyordum. Bu sefer adımlarımı yavaşlattım ve sokakta en sevdiğim yer olan kitapçıya geldim. Sahibi elli yaşlarında tonton Ayşe Teyze idi ve beni de kendi kızı gibi görürdü. Param olmadığı için kitapları ödünç almama izin verirdi. Ben de ona evde yaptığım kurabiyelerden getirirdim. Ancak şimdi onun dükkanı yerine dükkanının neredeyse beş kat daha büyüğü olan bir kitapçı duruyordu karşımda. İçinden Ayşe Teyze çıktı. Gülümseyerek bana baktı. Ben de hemen ona sarıldım.

Biraz sohbet ettikten sonra oradan ayrıldım. Bu sefer karşıma eskiden nefret ettiğim bir yer çıktı: Kahvehane. Buradaki insanlar eleştiriye ve yoruma kapalıydı, erkekleri kadınlardan üstün görürdü ve LGBT insanlarını aşağılardı. Kısaca en nefret ettiğim insan türlerinin buluştuğu ve sohbet ettiği yerdi kahvehane. Ancak şimdi camlarında LGBT destekleyen fotoğraflar, sloganlar asılmıştı; içeride kadınlar ve erkekler aynı masada gülüşerek sohbet ediyordu. İçeri girdim, boş bir masaya oturdum. İnsanlar bana gülümseyerek selam verdi ve beni aralarına davet ettiler. Sohbetlerine katıldım. Kimisi LGBT karşıtı insanları anlamadığını söylüyordu kimisi de eşitsizliğin bu dünyadaki en büyük sorun olduğunu ancak hepsi savundukları fikirlerde ciddiydiler ve bu beni mutlu etti.

Daha fazla oturmak yerine etrafı keşfetmeyi istediğimden oradan ayrıldım. Yolda yürürken bir anda parlayan Güneş’in önünü kapkara bulutlar kapladı ve sicim gibi yağmaya başlayan yağmur bir dakika bile geçmeden hızını arttırdı ve beni sırılsıklam etti. Eve koşmaya başladım, bu sırada ayaklarıma birisi vurmaya başladı. Kim olduğunu göremiyordum ve bu canımı daha da acıtıyordu.

Bir anda yatağımda uyandım, sırılsıklamdım. Başımda üvey annem duruyordu ve ayaklarıma muhtemelen az önce yüzüme boşalttığı kovayla vuruyordu. Uyandığımı fark edince günlük azarlamasını yaptı: Kalkma vakti geldi ama sen hala yatıyorsun! Biz seni uzan diye almadık evimize. Bu seremoni de bitince çıktı odamdan. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağıyordu yağmur, sonra anladım: Uyku denen tatlı düşünceler zamanı dolmuştu bugünlük. Her ne kadar imkansız olsa da seviyordum böyle şeyler düşlemeyi.

Sonra başıma yıkılacak odamdan çıktım ve etrafıma baktım. Her şey aynıydı, birşey hariç: O birşey bendim. Ben, eski ben değildim; dünyayı değiştirmek uğruna savaşma gücüne sahiptim artık. Hemen üvey annemin yanına gittim ve “Ben de sizin evinizde hizmetçi olmak için gelmedim bu eve! Artık hizmetçi arasanız iyi olur, ben gelmemek üzere gidiyorum!” diye bağırdım ve cevabını beklemeden evden ayrıldım. Artık her şey güzel olacaktı, yağan yağmur elbet bir gün duracak ve arkasından parlayan Güneş çıkacaktı ortaya. Artık ben, eski ben olmayacaktım ve dünyam da düşler dünyası olacaktı.

(Visited 50 times, 1 visits today)