Fırtınadan dolayı olmalı ki gökyüzündeki bütün renkler sanki asetonla teker teker kazılarak çıkarılmış gibiydi. Ben ise küçük ama bir o kadar da geniş açısı olan tahtadan yapılmış pencereyi açmış düşüncelere dalmıştım . Sahiden de neresiydi şu anki bulunduğum yer görünüş olarak tımarhane görüntüsünü verse de içine girdiğiniz de içerisinin sadece tek kişiden oluştuğunu anlıyordunuz. Sanki sizi sanal bir oyunun içine atmışlar da kapana sıkışmış bir fare gibi çaresiz bir şekilde içeride didiniyorsunuz .
İçerisi yeterince havalanıp soğumaya başlamıştı ki pencereyi kapatmak için gıcırdayan kolunu yavaşça kendime doğru çektiğimi sanarken pencerenin kolu elimde kalıvermişti . Böyle bir havada bu küçücük odada hayatta kalmam neredeyse imkansızdı . İçeride metal bir masanın üzerinde birkaç tane teksir kağıdı parçası , yarım bardak su ve ufku gözükmeyen neredeyse bir kitap büyüklüğünde penceresi vardı . Ne yatak ne de sandalye bulunuyordu . Yalnızlığımı sadece 3 tane objeyle paylaşıyordum . Bu da benim kaçamayacağım sonumdu galiba ama biliyordum ki her son aynı zamanda bir başlangıç demekti . Belki de kaçamayacaktım ama umudum benim kurtarıcım olacaktı . Daha fazla sorgulamadan bu 300 yıllık binadan çıkmak için yapabileceğim şeylerin aklımda listesini yaptım . O sırada gözüme parlayan tebeşir parçası çarptı , gördüğüm gibi elime alıp masanın üzerindeki kağıtlara bir şeyler karalamaya başladım . Tabii ya benim bütün hayatım resim üzerine kuruluydu . Çizdikçe daha da fazla çizesim geliyor derken kendimi bir anda sahildeki bankta oturmuş diğer kağıta ne çizeceğimi düşünürken bakla falı baktığını söyleyen bir kadın yanıma doğru geldi . Elleri direk olarak gözlerime çarpmıştı . Ellerindeki izler ne kadar zorlu yollardan geçtiğinin kanıtıydı belki de . Ben de kendi ellerime sahip çıkamıyordum bu gerçekliği direkt kağıt üzerine karakalem çalışması yapmaya başlamıştım . Tam bitirmek üzereyken kendimi bu sefer de taş ve topraktan oluşan bir yolun üzerinde bağdaş kurmuş bir şekilde otururken bulmuştum . Hem de güneşi en büyüleyici haliyle görebiliyordum, kırmızı rengini bulutlara gönderirken kendine de koyu turuncu rengini ayırmıştı, bu güzellik karşısında gözlerim kamaşıyordu . İlk defa kameraların karşısında olmadan bir güzelliği bütün saflığıyla yakalamıştım . Yürümek için ayağa kalktığımda ne göreyim bacaklarım taşlardan dolayı yara bere içinde kalmıştım . Sonuçta atalarımızın da dediği gibi gülü seven dikenine katlanırmış . Kaleme almaya çalışırken kendimi her seferinde farklı bir yerde bulduğum gibi şimdi de ıssız bir çölün ortasında tek başıma dans ederken buldum . İlk defa hiçbir şey umurumda değildi sadece dans etmek ve kendime zaman ayırmak istiyordum .
Yorulduğum için dans etmemi durduğum anda kendimi yine en konforlu hissettiğim yere ,evime, dönmüştüm . Ama elimdeki kağıtlarda gittiğim her yerden küçük küçük resimler duruyordu . İşte o zaman anlamıştım resim çizmenin insanı dünyanın sonsuzluğuna götüren tek şey olduğunu . Tımarhane görünümlü ev , sahildeki bank , taşlı yol , ıssız bir çöl aslında hepsi aklımdan geçirdiğim düşüncelerin kısa bir geçişiydi .