Dünya’dan Ayrılan İlk İnsan

5, 4, 3, 2, 1 ve 0. Koltuğum ile tüm vücudum titriyor, içinde oturduğum uzay gemisinin yükselişini hissediyordum. Yanımdaki camdan dışarıya baktım. Altımdaki yüzlerce insan her geçen saniye küçülüyor, insanlığın ve doğanın evi olan bu gezegenden her göz kırptığımda bir adım daha uzak kalıyordum. İster istemez bir yaş aktı gözümden. İnsanlığın 16 yıl önce keşfettiği “Kepler-Y454M” gezegenine geçici olacak yerleşecek 4 seçili kişiden biri olarak sonunda bu uzun yolculuğuma başladım. İçim ister istemez bir garip olmuştu, kendimi yeni yıl akşamı kakaolu süt içtiğim günler gibi hissettim nedense, vücudum soğuktu ve gözlerim sadece karanlığı görüyordu, ama içimde bir ısı, bir ışık ve umut vardı. Ben ve benimle gelen 3 kişi bu evrenin sırlarını öğrenmek üzere atılacak binlerce adımın ilkini atmıştık ve içimdeki gururu kulaklarıma kadar hissediyordum. 

Kalkıştan yaklaşık 3 dakika sonra gemimiz atmosferden ayrıldı ve 7 dakika daha sonra sabit bir hıza ulaştık. Yolculuğumuzun geri kalanı aynı yöne doğru aynı hızda devam edecekti. Atmosferden ayrıldıktan 30 dakika sonra gemideki 4 güvenlik kemeri de otomatik olarak açıldı, sabit bir durumda olduğumuz için yolculuğun sonuna yaklaşana kadar kemer takmamıza gerek yoktu. Yerimden kalktım, parmaklarımı ve sırtımı kütlettim. Camdan sonsuz uzay boşluğuna bakarken takımımdan biri bana o an komiğime giden bir Avrupa aksanı ile seslendi: 

“N’oldu , çoktan ülkeni mi özlüyorsun?” 

“Bi’ aynada kendi yüzüne bak Csillag, bakalım hangimiz özlemiş ülkesini!” 

Csillag takımdaki tek Avrupalıydı. Kendisi yarı Macar, yarı Alman’dı, ama sadece Macaristan’da yaşamıştı ve Almancası zayıftı. Adının “yıldız” anlamına geldiğini ve bu yüzden astronot olduğunu söylüyordu, ama hiç ismini aratma zahmetine girmemiştim. Takımdaki diğer iki kişilerden biri Miguel isimli iri ve kel bir Amerikan, diğeri ise Anya isimli sarışın Rus bir kadındı. Miguel ve Anya bir köşede birlikte yemek yiyorlardı, ben de Csillag ile konuşmaya devam ettim. 

Yolculuk yaklaşık bir hafta sürdü ve bu süre içerisinde özellikle ilginç bir şey olmadı. Karşılaştırmam gerekirse, yolculuk 2 yılda bir gördüğünüz uzak kuzenlerinizle geçen bir araba yolcuğu gibiydi. Kalkıştan 172 saat sonra geminin uyarı ışıkları yanmaya başladı, bu ışıklar yaklaşık 6 saat içinde inişe geçeceğimizi ve hepimizin yerlerimize oturması gerektiği anlamına geliyordu. Kendim için ayrılmış yere oturdum, kemerimi bağladım ve beklemeye başladım. Oturduktan 4 buçuk saat sonra inişe başladık. Aynı kalktığımız zaman hissettiğim gibi bir soğuk bastı vücudumu, ama bu his farklıydı. Bu sefer ayrılığın hüznünü değil, bilinmezliğin korkusunu hissediyordum. Kepler-Y454M canlıların yaşayabileceği oksijenle zengin bir atmosfere, zemininde sudan oluşan bir okyanusa ve toprağa benzer bir yer tabakasına sahipti. 12 yıl araştırma sonucunda insanların gönderilmesinin uygun olabileceğine karar verildi ve sonraki 4 yıl gidecek kişi seçimleri, uzay gemisi yapımı ve benzeri olaylarla geçti. Bu görevin elemelerine 454 kişi katılmasına rağmen yalnızca 4 kişi seçilmişti, bu da bu görevin zorluğu ve öneminin bir kanıtıydı. Çantamdan annemin benim için ördüğü oyuncak ayımı çıkardım, ayıya sarıldım ve içinde bulunduğum metal parçasının bilinmezliğe inişini hissederken gözlerimi kapalı tuttum. 

İniş yaklaşık 6 dakika sürdü. Uzay gemisi bir yandan alçalıyor, bir yandan da yavaşlıyordu. En sonunda ise yere ulaştı. Çok rahat bir iniş olduğu söylenemezdi, ama eğitimde yaşadıklarıma göre bir hiçti. 1-2 dakika boyunca kimse konuşmadı, herkes inişin sorunsuz geçtiğinin belirtisini bekliyordu. O 2 dakika hayatımın en uzun 2 dakikasıydı, kalbim 10 dakikada maraton koşmuşçasına atıyordu. Sonra aniden karşımızdaki sarı ışık yeşile döndü. Her şey normaldi, iniş başarılıydı. Yaşanabilir yeni bir gezegene giden ilk 4 kişiden biriydim. Bu şok ve mutluluğun arasında Miguel’in bağırışını ve Csillag’ın ağlayışını da duydum. Gerçekten inanılmaz bir andı. Miguel ile bir beşlik çaktık ama sonra aniden herkes sustu. Şimdi sıra en önemli ana gelmişti, burada olacaklar tarihin gidişatını değiştirmenin yanında takımdaki 4 kişinin birbirlerine olan düşüncelerini de etkileyecekti. 

“Yaşasın!” diye bağırdım. Hem önümdeki hem de elimdeki kağıtta dört yazıyordu. Takımımdaki herkesin yüzündeki kıskançlığı okuyabiliyordum. Anlaşılır bir şeydi, sonuçta hayatlarının en önemli kurasını kaybetmişlerdi. Bu gezegene ilk adımı ben atacaktım. Hepimiz bu gezegenin atmosferinde gezmeye özel yapılmış kıyafetlerimi giymeğe başladık. Her ne kadar atmosferinde oksijen bulunsa da, bu gezegen insan solunumu için uygun değildi ve havasında ne tür maddeler olduğuna tam olarak emin değildik. Çıkış kapısına doğru yürüdüm ve küçük kapı sembollü tuşa bastım. 

Bundan sonra gördüklerim, gözlerime sonsuzluğa kadar yanacak bir görüntüydü. Ölümümden 36000 yıl sonra bile bilim insanlarının bu görüntüyü gözlerimden çıkarabileceklerine emindim. Karşımda sonsuz yeşil bir çöl, o çölün ötesinde ise daha da sonsuz kırmızı bir deniz vardı. Bu manzaranın tamamını da Kepler-Y454M’nin iki güneşi de iki farklı taraftan adeta boyuyordu. Belki bir tabloda görsem “fena değil” diyeceğim bu manzara, gözlerimin önünde olunca adeta içime giriyordu. Bana ne kadar küçük, ne kadar anlamsız olduğumu ve buna rağmen benim ve tüm insanlığın neler başardığını kanıtlayan bir tabloydu. İleri doğru bir adım attım. İnsanlığı Dünya’dan ileri taşıyan ilk insan bendim. 

Ben adımımı atar atmaz Csillag hemen önüme atladı ve bir çocuk gibi etrafta hoplamaya ve zıplamaya başladı. Miguel de arkasından takip etti ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Anya bana dönüp, “Beklediğimden kötü.” dedi ama onun da mutluluğu yüzünden okunuyordu. Hep birlikte 1 saat kadar gezdikten sonra uzay gemisine geri döndük. Bir bu gezegene sadece oynamak için gelmemiştik. Miguel ile gezegenin toprağından aldığım örnekleri test etmeye başladık, diğer iki takım arkadaşım ise suyu test ettiler. Bu gezegenin yaşanabilirliği ve yaşam belirtisi gösterip göstermediği bilmemiz gerekiyordu. 6 saat sonra test sonuçlarımızı aldık, ama maalesef (ya da şükürler olsun ki) hiç yaşam belirtisi yoktu örneklerde. Topraklar Dünya’nın topraklarına gayet benzer yapıdaydı ama çok yüksek azot seviyelerine sahipti. Normal bir Dünya bitkisi bu toprakta yaşayamazdı. Su da Dünya’ya benzerdi ama yaşam belirtisi yoktu. Ama toprak ve suyun gezegenimize olan benzerliği, dışarıda korkmadan kamp yapabileceğimiz anlamına geliyordu. Hemen koşarak gemimizden 50 metre uzağa, bize verilen “kolay kamp kitleri”ni kurduk. Gemide durmak belki de daha güvenliydi, ama Dünya’dan ayrılan birinin bu kadar da korkak olması garip olurdu. Bazı istekler riskleri ile geliyordu ve Dünya dışı bir gezegende kamp yapma şansımızı kaçırmayacaktık. Dünya’ya göre akşam olunca kendi kurduğum küçük çadırıma yattım. Çok rahat olduğu söylenemezdi ama 6 yaşında komşu arkadaşımın evinde uyuduğum zamanları hatırlattı bana. Biraz tavana baktım. Ben gerçekten bir astronot olmuştum, sonsuzluk keşfinin belki de en önemli taşlarından biriydim. Hafif sırıtarak uyudum. Gece rüya görmedim. 

Ertesi günü tamamen gezmeye ve keşfetmeye harcadık. Ben ve Csillag bir grup olduk, Miguel ile Anya bir grup oldular ve farklı tür toprak, su veya herhangi bir şey var mı diye aramaya koyulduk. Gezegen boyut açısından Dünya’ya benzerdi, o yüzden yer çekimi de yakındı. Gezerken bir yandan da Csillag ile birbirimize Dünya’dan hikayeler anlatıyorduk. Ülkelerimizin benzerliğinden olsa gerek, gayet iyi anlaşıyorduk. Onunla konuşmak beni tekrar çocukluğuma dönmüş gibi hissettiriyordu. Böyle bir yandan sohbet ederek, bir yandan da toprak, su ve bulduğumuz her başka şeyin örneklerini alarak yürümeye devam ettik. 2 saat yürüdükten sonra ise geri dönmeye başladık. Geri dönerken de örnek alabilmek için bir açıyla yürümüştük. Tüm gün boyunca kalbim normalden biraz daha güçlü attı ama bunu görmezden gelmeye çalıştım. 

Gezegen her ne kadar Dünya’ya benzese de Dünya’nın verdiği hisleri vermiyordu. Güven ve yaşam yerine yalnızlık, korku ve ölüm kokusu vardı sanki. Yanımda Csillag olmasa oracıkta ağlamaya başlayabilirdim. Bu gözyaşları sayısız farklı duygunun birikiminden gelirdi. Gemiye geri vardığımızda diğer takım çoktan dönmüştü. Yine yaşam ve diğer ilginç şeyleri arayacak testleri yaptık ama maalesef hiçbir şey çıkmadı. Bu gezegende gerçekten yaşam yok gibiydi. 

Aradan yaklaşık 3 ay geçti, burada geçireceğimiz zamanı yarıladık. Bu süre içerisinde birçok ilginç şey bulduk. Gezegenin atmosferi Dünya ile neredeyse aynıydı, sadece yüksek derecede toz ve benzeri şeyler bulunduruyordu. Bu tozları süzebilen bir maske yaptık, o yüzden artık bu gezegenin oksijenini soluyabiliyorduk. Dünya’dan getirdiğimiz bitkilerin de büyük bir bölümünü başarılı bir şekilde yetiştirebildik. Dünya toprağı kullanıyorduk ama ışık, su ve karbondioksit gezegenin kendisinden geliyordu. Gezegenin yüzeyi en azından gezdiğimiz kadarıyla tamamen çöldü. Ama dağlar, çukurlar hatta nehirler bile bulmayı başardık. Her ne kadar yaşam olmasa da burada yaşamın imkanlı olduğu bir kesindi.  

Bugün de her diğer gün olduğu gibi Csillag ile bitkileri suluyorduk. Bitkiler gezegenin kendi suyuyla sorun yaşamıyorlardı. En yakındaki gölden su taşırken Csillag bir şeye takılıp yere düştü. Düştüğü gibi tüm suyu ve cebindeki vitamin jeli yere döküldü. Hemen ona koşup yardım etmeye gitti. Şansımıza hiçbir sorunu yoktu, ama suyu tekrar taşıması gerekiyordu. Kendine kurbağalar hakkında bir şeyler mırıldandı ve göle doğru koşmaya başladı.  

“Kovanı unuttun!” diye bağırdım arkasından. Sanki tüm motivasyonunu kaybetmişçesine durdu ve yavaşça geri yürümeye başladı. Tam yanıma ulaşıp kovaya uzandığında hayatımda duyduğum en sesli çığlığı attı. 

“Ne oldu, iyi misin?” diye sordum. 

“Göktüğ şu suya bak! Şu suya bak!” diye bağırmaya devam etti. Ben de ayaklarımın dibindeki suya baktım. Bu inanılmazdı. Az önce yere döktüğü su, yeşil bir renkte parlıyordu. Hemen bir örnek alıp laboratuvara doğru koştuk ve suyu testten geçirdik. 

Test sonuçları geri döndüğünde ikimiz de cevap veremedik. Suyun içinde yaşam belirtisi vardı. Dünya mantarlarına benzer bir mikroorganizma, suya dökülen jeli yemeye ve ışıldamaya başlamıştı. Csillag’a dönüp “Dünya dışında yaşam bulduk.” dedim. Takımımıza bildirmek için hemen dışarı koştuk.  

Aradan 3 ay daha geçti, sonunda gezegenimize geri dönme zamanı gelmişti. Bu üç ay hem yaz tatili kadar hızlı hem de okulun son dersi kadar yavaş geçmişti. Dünya dışında hem yaşam yetiştirmiş hem de yaşam bulmuştuk ve tarihe isimlerimizi sonsuza kadar kazımıştık. Tüm eşyalarımı topladım ve gemiye geri döndüm. Hepimiz sessizdik. Takımca birbirimize sarıldık ve yerlerimize geçtik. Uzay gemisi aynı gelirken olduğu gibi titremeye başladı. Bu sefer büyük bir fark vardı ama. Bu sefer kalbimdeki sıcak heyecandan değil, umut ve gururdandı. Kendimle gurur duyuyordum. Yüzümün hafif kızardığını hissettim ve zeki kılsız maymunların gezegenine dönmek üzere yolculuğuma başladım.

(Visited 2 times, 1 visits today)