İçinde bir toz tanesi kadar bile yer tutmadığımız evrende sadece dünyamızı ele alarak başlayalım. İçinde yaşadığımız “uçsuz bucaksız” dünya. Bize göre bu kadar büyük olan dünya kendi galaksisindeki en büyük gezegen olan Jüpiter’ den 11 kat daha küçük ve galaksimizdeki en büyük yıldız olan Güneş Dünyadan yaklaşık olarak 109 kat daha büyük ve bizim 109 katımız olan Güneş sonsuz olarak tahmin edilen ve büyümeye devam eden evrende, gözlemleyebildiğimiz en büyük yıldızdan 1900 kat daha küçük ve bu sadece gözlemleyebildiğimiz. Sınırsız olan, büyümeye devam eden ve içinde bu kadar az yer kapladığımız bu boşlukta tek başımıza yaşadığımızı düşünmek bence oldukça iyimser. Halihazırda dünya dışında basit bakteri formunda yaşam olabileceği yönünde hipotezler bulunmakla birlikte, günümüze kadar gözlemlenebilen herhangi bir dünya dışı yaşam bulunmamaktadır. Bence bu olmadığı anlamına gelmez, bu kadar büyük bir boşlukta yaşayan tek canlı gurubu biz olamayız. Dünya dışında yaşamın başlangıcına dair farklı tahminler vardır.
Bir görüşe göre yaşam evrenin farklı yerlerinde ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Bir diğer görüş ise panspermiadır, buna göre yaşam evrende bir noktada bir kez ortaya çıkmış ve yaşama uygun gezegenlere yayılmıştır. Sözü edilen dünya dışı yaşam biçimleri bakteriyel formların basitliğinden insansı akıllı varlıkların karmaşıklığına kadar her seviyede olabilir. Venüs ve Mars gezegenleri, Jüpiter ve Satürn’ün bazı uyduları Europa, Enceladus ve Titan’ ın geçmişte yaşamın gelişmiş olabileceği veya hala yaşamın devam ettiği düşünülen yerlerdir. Gliese 581 yıldızının yeni keşfedilmiş iki gezegeni yaklaşık dünya kütlesindedir ve yörüngeleri yıldızlarının yaşam kuşağı içinde kalmaktadır.
Stephen Hawking 2016 yılında dünya dışı yaratıklarla temas etmeye çalışmanın insanlara yarar getirmek bir yana, bu temas çabalarının insanların ve dünyadaki tüm canlıların zamanında Amerika’nın yerlileri kızıl derililerin İngilizler tarafından katledilmesi gibi uzaylılar tarafından soykırıma uğramasıyla ve bir kısmının yok olup bir kısmının onların kölesi olmasıyla sonuçlanabileceğini, dolayısıyla dünya dışı hiçbir varlığa uydular aracılığıyla ileti gönderilmemesi, onlardan ileti niteliğinde tepkimeler alındığında hiçbir şekilde yanıt verilmemesi gerektiğini açıklamıştır. Bu tür komplo teorileri de ortalıkta dolaşıyor olsa bile doğruluğu kanıtlanamayacağı için insanoğlu merak etmeye ve araştırmaya devam ediyor.
Şimdi size biraz fermi paradoksundan bahsedeceğim. Fermi paradoksu, dünya dışı uygarlıkların var olma olasılığının gayet yüksek olduğuna dair tahminlerin varlığı ile bunu doğrulayacak herhangi bir kanıtın ya da temasın yokluğu arasındaki çelişkiyi ifade eder. Evrenin yaşının büyüklüğü ve muazzam sayıda yıldızın varlığı ile birlikte, hayat için Dünya’nın tipik bir gezegen örneği olduğu varsayımı da göz önüne alındığında, dünya dışı yaşamın yaygın olması gerekir. Bu önermeyi 1950’de bir öğle yemeği sırasında tartışan fizikçi Enrico Fermi şu soruyu sormuştu: “Eğer Samanyolu dahilinde yüksek sayıda ileri dünya dışı uygarlık mevcutsa, neden uzaylılara ait uzay araçları ya da sondalar gibi kanıtlara rastlamıyoruz?” Konunun daha detaylı incelendiği tartışmalar, Michael H. Hart’ın 1975 tarihli bir makalesiyle başladı. Bu sebeple paradoks, zaman zaman Fermi-Hart paradoksu olarak da adlandırıldı. Konuyla ilişkili bir başka soru da Büyük Sessizlik olarak bilinir: “Uzayda yolculuk zor olsa bile, eğer dünya dışı yaşam yaygınsa, en azından bu uygarlıklara ait radyo sinyallerini duymamız gerekmez mi?” sorusu büyük sessizlik olarak adlandırılan konuyu başlatan sorudur. Fermi paradoksunu, dünya dışı yaşamın var olduğuna ilişkin kanıtları bulmaya çalışarak, ya da böyle bir uygarlığın insan algısının dışında var olabileceğini savunarak çözmeyi deneyenler oldu. Bu çalışmalara karşı çıkanlar ise, zeki dünya dışı yaşamın var olmadığını ya da insanların asla temas kuramayacağı kadar nadir olduğunu savundu.
Hart’ın makalesi ile birlikte, dünya dışı yaşam hakkında bilimsel teoriler ve olası modeller üretmeye yönelik çalışmalar için büyük çaba harcanmaya başladı. Bu çalışmaların çoğundaki teorik referans noktası Fermi paradoksu oldu. Bu problemi doğrudan ele alan pek çok bilimsel çalışma yapıldığı gibi, problemle ilgili çeşitli soruların cevapları da astronomi, biyoloji, ekoloji ve felsefe gibi disiplinlerde arandı. Astrobiyoloji alanının ortaya çıkmasıyla birlikte, Fermi paradoksu ve dünya dışı yaşamın varlığı sorusu disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınmaya başladı.
Bence Dünya dışı yaşamın sonsuz evrende illaki bir yerde olduğu kesin. Ama tüm bu disiplinler bir arada kullanılsa bile dünya dışı yaşama dair daha uzun yıllar boyunca net bir cevap alınamayacak gibi duruyor.