Hep nefret ettiğimi savunmuşumdur şiddetten. İnsanlara karşı, hayvanlara hatta doğaya uygulanan şiddetten… Bu nefretim asla kimseye ya da hiçbir şeye şiddet uygulamayacağıma inandırıyordu beni fakat bugün gözümü açtığımda inandığım ve savunduğum her şey yok olmuştu da tek derdim hayatta kalmaktı adeta.
Uyandığım gibi hızlı bir şekilde dirildim yatakta. Bu şekilde kalkmak her ne kadar başımı döndürse de hep hoşuma gitmiştir. Bir dakikadan bile kısa süren bu olay şiddet dolu dünyamızdan uzaklaşmak için bir fırsat gibi gelmiştir bana. Pijamamı değiştirmekle bile uğraşmadan uzun ve soğuk koridordan geçerek mutfağa girdim. Tavandan akan beyaz ışığın ışınları yemyeşil gözlerine ulaşarak onları olduğundan bile parlak gösteriyordu. Mutfağın kapısından attığım ilk adımla gözlerini bana dikti bile. Çoğu şeyden nefret etmememe yardım eden o gözler şiddetten nefret etmemi sağlayan gözlerdi aynı zamanda.
Bu gözlerin sahibi ise gülmeyi çok severdi. Ağzında, dişlerini saklayan dudaklarını güçlükle kenarlarından yukarıya iterek sağladığı o gülümseme gözüne yansımayı asla becerememişti. O denli parlak gözlerinin hiçbir zaman güldüğünü görememek ise benim en büyük üzüntüm olmayı başarmıştı. Bu sabah da aynı şekilde kocaman bir gülümseme vardı yüzünde bana doğru baktığında. Yazılarıma ilham kaynağı olan o yaprak yeşili gözlerini bazen hiç görmemiş olmayı dilediğim bile olurdu. Bugün de o günlerdendi. Çok kötü uyandım ve bir dakikadan bile az süren o başımın dönüşü daha geçmemiş hatta yavaştan midemi bulandırmaya başlamıştı.
Ayakta daha fazla duramayıp en yakın koltuğa kendimi attığımda ise hiç stres olmadan bana doğru yürüdü. Bayılacak gibi hissetmem onun neden bu kadar sakin olduğunu sorgulamama engel oluyordu. Yeni sudan çıkmış kuru ellerini her zaman yumuşak olduğunu söylediği saçlarımın arasından geçirirken “Özür dilerim, gerçekten.” diye fısıldadı kulağıma. Sanki başka biri duyacakmış gibi korkudan titreyen sesini en son ne zaman duyduğumu hatırlamıyordum. Belki de aylar sonra ilk defa konuşmuştu benimle. Düşüncelerimin de beni hafifçe ele geçirmesinin yardımı ile istemsizce kapadım gözlerimi. Gözlerimi açtığımda bana dikkatle bakan, hiç tanıdık gelmeyen bir çift kahverengi göz ile karşılaştım. Gözlerin yabancılığı ve sesin tanıdıklığı karışınca başım tekrar dönmeye başladı. Karanlık odada net bir şekilde görebildiğim tek şeyin bir çift kahverengi göz olması hiç mantıklı gelmiyordu bana. Bayıldığımda kulağıma fısıldayan sesin sahibi bu kahverengi gözlerin sahibi ile aynı kişi olamazdı. Işığı açtığında ise gördüm; gözlerine asla ulaşamamış o acıklı gülümseyişi, yukarı kıvrıldığında canını yakan dudakları, gülümserken sıralı dişlerinin görünmesine asla izin vermeyen dudakları gördüm. Dudakların oynaması ile o tanıdık ses her şeyi açıkladı bana. Bir deneydim ben, sadece simülasyonda var olan orman yeşili gözlere aşık olan bir deneydim. Artık yeşil gözlü hiçbir insanın bulunmadığı bu yerde tek yeşil gözlü olarak denek seçilmiş kişiydim. Duyguları önemsenmeden üzerinde oynanmış bir denektim sadece.
İşte o anki öfke, hayatım sandığım bu simülasyon boyunca savunduğum düşünceyi önemsiz kılmıştı benim gözlerimde ve elime gelen ilk sivri alet ile önüme çıkanın canını yakmaya başlamıştım. Ancak o kahverengi gözlere o dudaklardaki gülümsemenin gerçekten ulaşamadığını fark ettiğimde daha fazla katlanamayacağımı anladım, daha fazla katlanamazdım yaşamaya. Son kurbanım kendim oldum. Neden üstümde deney yapıldığını bile öğrenemeden…