Onunla olan arkadaşlığımız, ailemin, basit bir çiftçi hayatı yaşayan basit insanların, imparatoru, yani onun babasını kurtarmasıyla başlamıştı. O günden sonraki gün imparator bizi sarayına davet etmiş, bir ziyafete katılmamızı rica etmişti. Charles’ı ilk kez orada tanımıştım. Kişiliklerimizden zevklerimize, duygularımızdan düşüncelerimize kadar ikiz gibiydik. Bu bizim için hiç sona ermeyecek bir dostluğun başlangıcı niteliğindeydi.
Aradan yıllar geçmişti. Prensi olduğu Britanya İmparatorluğu, Japonya, Kanada ve Meksika’yı fethetmiş, zafer şarkıları ve sloganları ile eve dönüyordu. Konvoyun başında ise Charles vardı. İlk tanıştığımız gün daha 7 yaşındaydık, o gün ise 19… Savaş, aradaki 12 yılın 2 yılını bizden almıştı. Babası savaşı yönetmek için gittiğinde o da babasıyla birlikte gitmişti. Ama o an onların hiçbiri benim için önemli değildi. Sonuçta eve dönmüştü. Konvoy ‘’Kahramanlar Bahçesi’’ denilen imparatorluğa ait olan parka doğru gidiyordu. O an heyecanlanıp aşırı saçma bir şekilde davrandım ve konvoyun önüne atladım. Direk Charles’a doğru koşuyordum. Yanındaki korumalar beni art niyetli biri sanmış olsa ki hemen silahlarına davrandılar. Ama Charles beni görüp yüzüne konan bir tebessümle beraber elini kullanarak korumalara ‘’ Dur’’ emri verdi. O da bana doğru koşup bana sarıldı. Sonunda buluşmuştuk. Beni kutlama yapacakları yere davet etti.
Kutlama yapılacak olan salon epey büyüktü. Salona girdik, yemekler hazırlandı ve partiye başlanmadan önce konuşma yapması için Prens Charles kürsüye çağırıldı. Konuşması çocukluğundan beri kendisinin en büyük hayali olan insanlık barışı hakkında olacaktı. O ana kadar her şey güzel gidiyordu ve Prens konuşmasına başladı.
Konuşmanın daha ilk satırlarından itibaren içimi bir korku sardı. Bu mümkün olabilir miydi? Hayatı boyunca adaleti ve barışı savunmuş bir kişi nasıl olur da bu kadar güç düşkünü bir şekilde konuşabilirdi ki? Şok içerisindeydim. Tam anlamıyla kaskatı kesilmiştim. Konuşması bitince arka odalardan birinde ona neden böyle bir konuşma yaptığını sordum. Bana verdiği cevap şu şekildeydi: ‘’ Hadi ama Albert, bu küçüklüğümüzden beri ikimizin de istediği şey değil mi?’’ Beyni yıkanmış olmalıydı, bunun tek açıklaması buydu. Kendimi toplayıp ona sıkı bir tokat attıktan sonra ona cevap verdim: ‘’ Tabii ki de istediğimiz bu değil delirdin mi sen?!’’
Yüzündeki alaycı gülümseme gitmişti. Yerini ise nefret dolu bakışlar almıştı. ‘’ Demek bana yakın davranarak başından beri planıma engel olmayı planlıyordun’’ dedi ve cebinden bir silah çıkarıp kafama dayadı. O an bir şekilde yangın alarmını çalıştırıp dikkatini dağıtmayı başardım ve kafasına yangın tüpüyle vurdum. En yakın arkadaşlar bir anda düşman olmuştu. Birisi bana böyle bir şeyin olacağını söyleseydi imkansız derdim. Sonra korumaların bıraktıkları silahlardan bir tane alıp Charles’ın kafasına dayadım.’’ Bırak bu oyunları yeter artık!’’ diye bağırdım. Ama o kararlıydı, silahını bana doğrulttu ve tetiğe uzandı. Ama ben daha hızlıydım. Onu kafasından vurmuştum. Ama gördüğüm şey beni dehşete düşürmüştü. O bir insan değil, robottu!