“Kabul edilebilir bir şey değilmiş gerçekten.” diyerek iç çekti genç adam. Elinde uzun zamandır söndürülmemiş tütün, ağzına iki gündür girmeyen her bir lokmayı tarif ediyordu sanki.
Mutfak masasının üzerindeki rulo peçetenin iki üç yaprağı, bunamış bir yazar gibi mutfağın sonunda tüneyen, kırık ve rengi solmuş balkon kapısının arasından akan hafif rüzgarla sallanıyordu. Arkadaki eski mutfak; üzerindeki tepsi, bardak, tencere ve mutfak hırdavatını taşımakta güçlük çekiyordu sanki. Balkon terlikleri, yeni yeni ağaran gün ışığının altında yavaştan plastik derisini esnetiyordu.
Sonunda kül tablasında tütünü ezerek boğazını temizledi. “Ne yapacaksın, peki Engin?”
Genç kafasındaki siyah şapkayı çıkardı. “Ne yapacağımı bildiğimi söylersem yalan söylemekten günah işlemiş olurdum herhalde.”
İki oğlan da biraz suskun kaldı. Engin, siyah şapkasının kepinden tutarak başını geçirdiği bezini içine doğru katladı. Siyah şişkin montunu çıkarmamakta ısrar eder bir tavırla her an vedalaşarak evden çıkabileceğini hissettiriyordu insana. Yüzü biraz solmuş, büyük ihtimalle de yol yorgunluğundan gözlerinin altı hafif morarmıştı.
“Arabayı ben aldım. Bizimkilerin haberi yok. Annem teyzemlerin yanında. Uzun bir süre kendine gelemeyecek gibi duruyor.”
“Bunca yolu gecenin bir saatinde mi geldin?”
“Biraz ani oldu, tamam, anlıyorum. Ama daha fazla durmak istemedim.” Büyük bir iç çektikten sonra gözlerini şapkasından tekrardan dostuna çevirdi: “Aklıma ilk burası geldi.”
Genç Derin, bunu duyduğuna sevinmişti. Uzun zamandır onun da bir misafire ihtiyacı olduğunu anımsadı. Fakat dostunu bu halde görmek, hele bir de bu saate, onu içten içe rahatsız ediyordu. Kederli bir şekilde bakakaldı sadece.
“Kayboldum galiba Derin. İlk kez kendi başımayım ve özgürlüğü hiç böyle hayal etmemiştim. Sanki bir şeyleri yüzüme vurdular gibi geldi, Tanrı mı dersin, kader mi; bilemiyorum. Babamla daha uzun bir ömür geçiririz sanıyordum. İkisinin de evlerini terk edeceklerini iki hafta öncesinden sezmiştim fakat bu son olaylar…”
“Nerede ki şu an?”
“Batı’ya gitti.”
Derin geriye yaslandı. “Yapma be!”
“Bak, biliyorum durum biraz içler acısı. Ben kendimi düşünüyorum şu anda. Başkalarına gerçekten yardım edecek durumda değilim. O yüzden terk ettim, hem…”
Derin öne atıldı. Dostu yine duygusal oyunlara kapılmıştı sanki. Arkadaşının bu kadar anlamsızca, görgüsüzce ve bencilce asi olması onu derinden zedeliyordu. Ne gerekçesi olursa olsun bu davranış aşırı akılsızcaydı. Elini Engine doğru kaldırarak izah etti: “Ailen ne olacak, Engin? Geride kalanlara bunu yapmak… Hem haber bile vermemişsin. Birkaç saat sonraki kargaşayı düşünemiyorum bile!”
Sessizlik oldu.
“Bak bir süre burada kalmama izin vermeni istiyorum sadece. Senden bir şey istemiyorum, hem kiranı bile zar zor ödüyordun son konuştuğumuzda. İzin ver bu ayı ben vereyim. Bana sadece iki hafta lazım. İçerideki kanepede yatarım.”
Derin Kafasını çevirerek ocağa baktı. Çayın altını açmayı unutmuştu. Küçümser bir tonla: “Evine dön Engin.” İstediği şeyi söylemekte neden bu kadar zorlanıyor, güçlük çekiyordu ki?
Engin, kendini anlaşılmamış hissediyordu. Lakin, alttan alttan da buraya asıl geliş amacını belli etmek istemiyordu.
“Bak, eğitimime burada, İstanbul’da devam etmek istiyorum tamam mı? Birkaç gün kafamı dinleyeyim. Hem eski günler gibi bir şeyler karalarız seninle. Sen de iki kuruş bir şey kazanırsın.” Yalandan güldü. “Ezan okunsun, ararım evi. İkna ederim. Hem zaten kaydımı buraya aldıracağım.”
Derin artık içten bir hüzün duyuyordu Engin için. “İçindeki boşluğu böyle dolduramazsın, Engin. Ben sana burada okuma demiyorum. Fakat şu an Nazife Teyze’ye bunu yapamazsın. Kocasından sonra bir de oğlunun yalnızlığını çektirme kadına. Şu an babanın yaptıklarının aynısını yapıyorsun.”
Bir anda ortamın gerildiğini hissetti Derin. Engin’in soluk yüzü yerini daha korkutucu bir ifadeye bırakmıştı. Engin birden ayağa kalktı: “Beni babamla karıştırma.” Tonlamasında tehdit vardı. Boyası açığa çıkan eski bir demir parçası gibi gün yüzüne çıktı duygular.
Derinin gözlerinden sadece hayal kırıklığı gözleniyordu. “Lütfen al ve git almaya geldiğin şeyi. Sen aynısın ben aynıyım, daha fazla katlanmanın bir anlamı yok.”
Engin’in oyunu burada sonlanmıştı.
Derin, dışarıyı izlerken, genç adam şapkasını tekrardan taktı. Geldiğinden beri gözünü bir an bile ayırmadığı küçük eski tabloyu duvardan söktüğü gibi hole doğru yürüdü. Derin’in son duyduğu, büyük ihtimale tablonun yerde parçalanış gürültüsüydü. İçinden düşen bir şeyin yere çarpış ve kalkış sesiydi. Kapı çarptı. Derin gözü kapalı masada uyuklarken de o çoktan evin önünden arabasıyla uzaklaşmıştı.