Dört Duvar

“Son kararın mı?” diye sordu, hayatımın sorusu olduğundan bihaber. Kaderimin yalnızca iki dudağın arasından çıkacak olan kelimelere bağlı olması ödümü koparıyordu. İçinde milyonlarca anlam barındıran kahverengi gözlere duygusuzca bakmayı sürdürüyordum, içindekileri asla çözemeyecek olduğumu bilmek pek yardımcı olmuyordu. Evet, kelimesi döküldü dudaklarımdan bilinçsizce, büyülenmiştim sanki. Belki de neyi kabul ettiğimin ben bile farkında değildim. Söylediklerimi duymamış gibi hareketsizce beni izlemeye devam ediyordu. Beni vazgeçirmek istercesine defalarca aynı soruyu tekrar edip durdu: “Emin misin?”. Bense gözlerimi onunkilerden ayırmadan her bir sorusunu kısa cevaplarla geçiştirdim. Kararımdan dönmeyeceğimi anlamış olacak ki sustu. Ölüm sessizliği hâkim oldu minicik odaya.

Uzun süren sessizliğin ardından kenetlenmiş gözlerimizi ayıran o oldu. Kapısı bile olmayan, kibrit kutusu kadar bir odanın içinde hapsolmuşken korkmadığıma ancak öyle ikna edebilmiştim onu, başka ne yapabilirdim ki. Yavaşça arkasını döndü, tam o esnada yüzünü döndüğü duvarda bir kapı belirdi. O korkudan sıçrarken bense mutlu olmuştum. Vücudumu saran rahatlama hissiyle tüm kaslarım gevşedi bir anda. Asıl korkmam gereken şeyin bu olduğunu varsayabilir pek çok insan fakat benim yaşam güvencemdi bu kapı. Ünlü bir yazarın kaleminden çıkmış distopik bir romandan hallice olan bu dünyadan tek kaçışımdı o kapı. Kapının ardında beni bekleyenlerden habersizce ilerledim kapıya doğru. Yanımdaki adamın varlığını unutmuş bir halde kapı koluna asılmamla adamın varlığını hatırlamam bir oldu. Boştaki kolumdan yakalamıştı beni, belki de hala kararımdan dönebileceğimi düşünüyordu. Sinirle ona döndüm, gözlerimdeki korkunun sebebini anlayamadığı belliydi. Ben yalnızca saatlerimi geçirdiğim bu odaya dayanamazken o neredeyse bir ömür geçirmişti burada. Ne dış dünyadan haberi vardı ne de yaptığım anlaşmadan.

En güvenli seçeneğin bu küçük odaya hapsolmak olduğuna ikna etmişlerdi onu, fakat benim gözüm açılalı çok oluyordu. Bu odanın dışındaki kimseye inanmıyordum. O ise onlara ruhunu bile teslim etmeye hazırdı. Kendinden bile çok güvendiği, sözde, insanların onu bir kurbanlık hayvan gibi gördüğünü öğrense neler hissederdi acaba. Belki de inanmazdı bana, bunca yıldır gözünü boyamışlardı ne de olsa. Benim tek bir sözümle tüm hayatından vazgeçecek değildi. Ama şansımı denemeden bilemezdim, sonuçta ben odanın dışından gelen “normal” bir insandım, diğerleri gibi değildim, ne bir rütbem ne de bilinen bir adım vardı. Anlatmaya başladım; onun görmediği dünyayı, güvendiği insanların gerçek yüzünü ve daha fazlasını. O kadar hızlı düşünüyordum ki dilim beynimin hızına yetişemiyordu, içimdeki ses acele etmemi söylüyordu. Diğer herkes ve her şey gibi o da beni terk etmeden önce kapıya erişmek istiyordum, aramızda yalnızca birkaç adım vardı ama kilometreler gibi geliyordu bana. Aklıma gelen her şeyi adama sıralarken beni durdurdu, “Tamam,” dedi, “sana güveniyorum.”. inanamayan gözlerle bakıyordum ona, içimi bir heyecan dalgası kapladı. Bunca zaman sonra bana inanan birinin varlığı o kadar gerçek gelmiyordu ki. Birkaç dakikadır kolumu tutan eli serbest kaldı, bunu fırsat bilip bileğine yapıştım ve yanıma çektim. Kapıyı araladım, hayalini kurduğum ütopyaya ilk adımı atmaya hazırlanıyordum fakat belli ki kaderin benim için farklı planları vardı.

(Visited 45 times, 1 visits today)