Yüzüme vuran güneş ışınlarının etkisiyle rahatlarken bugün hayalini kurduğum şeyin tam olarak bu olduğunu fark edip gülümsedim. Belirlediğim hedefe ulaşmış ve kutuplarda yürütülen bir araştırmaya yardımcı olarak bol miktarda bilgi puanı kazanmıştım. Bilim adamı olacağım artık neredeyse kesinleşmiş olmasına rağmen bir yerde oturup keyif çatmaktansa bu tür aktivitelere katılmak beni daha mutlu ediyordu.
Aktivite süresince yaptığım işin getir götürden ibaret olduğu düşünüldüğünde, bu hevesim birçok insana saçma görünebilirdi ama bu çalışmalar pek çok fırsata kapı aralayabiliyordu. Yapmak istediğiniz meslek grubunda çalışan insanları gözlemleyip onlardan tavsiye almak, hedefinizin sonunu daha net görmenizi ve sonrakileri daha kolay belirlemenizi sağlardı. Bu doğrultuda ilerleyen ve yaptıkları işlerden zevk alan insanlarsa mutlu ve sağlıklı bir toplumun anahtarıydı.
Ülkedeki sistemse işte tam olarak bunu amaçlıyordu. Bebekler doğduklarında ilk iş ufak bir cerrahi işlemle kafalarına bir çip yerleştirilir ve bütün duygu ve düşünceleri kayıt altına alınmaya başlanırdı. 18 yaşına geldiklerinde ise insanlar kazandıkları deneyimler dikkate alınarak, sistem tarafından, hayatlarını kazanacakları mesleğe ilişkin yüksek eğitim alabilecekleri bir üst seviyeye geçirilir ya da eğer deneyim puanları yeterliyse direkt olarak o alanda bir mesleğe atanırlardı.
Sistemde genelde hataya rastlanmazdı ama yine de her ihtimale karşı insanlar atama işlemi yapılmadan önceki 2 yıllarını yapmak istedikleri mesleğin etkinliklerine katılarak harcar ve sistem üzerinde o mesleğin hane puanlarını arttırırlardı. Ben de işimi şansa bırakmamış ve 2 yıl boyunca zamanımın tümünü bilimsel makaleler okumaya ve etkinliklere katılmaya ayırmıştım.
Sistemin bir başka getirisi ise ruh eşleriydi. 18 yaşına geldiğimizde sistem o güne kadar yaşayıp tecrübe ettiklerimizi ve zevklerimizi göz önünde bulundurarak bizleri ruh eşlerimizle tanıştırırdı. Bugüne dek sistem tarafından seçilen eşleriyle anlaşamayan kimseye rastlamamıştım.
Belki de mesleğimi tahmin etmem o kadar da zor olmadığından beni en çok heyecanlandıran şey onunla tanışacak olmamdı. Belki yollarımız çoktan kesişmiş bile olabilirdi. Saate baktığımda artık akşamki seremoni için hazırlanmaya başlamam gerektiğini fark ettim. Her geçen dakika heyecanım artıyordu. Hayatımın ikinci döneminin başlamasına saatler kalmıştı. Kim bilir belki de bugün, bu evdeki hatta bu şehirdeki son günümdü.
Eşleştirme seremonisinin yapılacağı alana vardığımda ortamdaki gerginlik ve heyecan elle tutulur cinstendi. Bu yıl içinde 18 yaşına girmiş olan gençler ve aileleri uzun zamandır bugünü bekliyordu. Bu yılın acil tıp teknisyenleri, askerleri, avukatları teker teker açıklanırken gözlerimi kapattım. Sonunda sıra bilim adamlarına geldiğinde coşkuyla ayağa kalktım ancak coşkumun sönmesi çok da uzun zaman almadı. Adım okunmamıştı. Kesinlikle bir yanlışlık vardı, başka bir açıklaması olamazdı. Belki de doktor veya laboratuvar teknisyeni olmalıydım, sistem bu şekilde daha mutlu olacağıma karar verdiyse ne diyebilirdim ki? Sonunda ismim okunduğunda çevredeki bütün sesler sustu. Kulaklarımda yalnızca bir uğultu vardı. Dondurma… Dondurmacı olmuştum. Bu nasıl olabilirdi? Verdiğim onca emek, yaptığım çalışmalar… Kafamın allak bullak olması bir yana dünya üzerime yıkılıyormuş gibi hissediyordum. Hava almam lazımdı, tüm bunları sindirmeliydim.
Banklardan birine oturmuş olanları düşünürken omzumda bir el hissettim. Sinirden yumduğumu dahi fark etmediğim gözlerimi açtığımda bana dikkatle bakan, hiç tanıdık gelmeyen bir çift kahverengi gözle karşılaştım. “Merhaba.” dedi bu muhteşem gözlerin sahibi olan kız, hafif utangaç bir ses tonuyla. “Acaba Winston Smith sen misin?” Başımı evet anlamında salladığımda gülümsedi. “Ben Julia. Senin ruh eşinim.”
Bunun tamamen aklımdan çıkmış olmasına inanamıyordum. Yaşadığım şok bugün ruh eşlerimizin de açıklanacağı gerçeğini unutmama sebep olmuştu ve Julia’yı seremoni alanında bir başına bırakmıştım. Ama bu bir açıdan iyi olmuş, herkes kutlamalara katılırken biz sohbet etme fırsatı bulmuştuk. Sohbetimiz sırasında onun da waffle satıcısı olduğunu öğrenmiştim ve o da bilimsel gelişmeleri takip etmekten hoşlanıyordu.
İlk duyduğum an dondurmacı olma fikri beni mahvetmesine rağmen şimdi Julia’yla birlikte bir dükkân açma düşüncesi kulağıma o kadar da kötü gelmemeye başlamıştı. Anlaşılan hayatım pek de kafamda kurguladığım gibi olmayacaktı. Ama içimden bir ses yaşayacaklarımın hayallerimden daha güzel olacağını söylüyordu.