Günlerden bir gün, oldukça sıradan olacağını düşündüğüm bir gün, her zamanki gibi yatağımdan kalktım, hafif ve verimsiz bir kahvaltı ettim, sadece suyla kısa bir duş aldım, giyindim, ucuz ve pek nahoş kokulu bir parfüm sıktım ve evimden çıktım. Kullandığım tek temiz ve şık görünen şeylerim kıyafetlerimdi. Onlar da yırtık pırtık olsaydı patron beni işten atardı. Apartmanda Huri Teyzeyle karşılaştım. Yaşlı ve tonton bir kadındı. Çoğu dişi yoktu ama yine de utanmadan gülümseyebiliyordu. İki yıl önce kocasını kaybetmişti hâlbuki. Kısa bir süre önce hayatının aşkını kaybedip de nasıl bu kadar yürek ısıtıcı bir şekilde gülümseyebiliyordu ki? Aklım almıyordu. Tabii, hayatım boyunca hiç birine karşı bir duygu beslemedim ya da bir ilişkide bulunmadım. Bu yüzden çok anlayamayacağımı düşünüp yoluma devam ediyordum o gülümsemeyi her gördüğümde. Çok pahalı bir apartmanda yaşamıyorum. Neticede sadece su kullanarak acele bir duş almamdan ve kötü parfümler kullanmamdan belli oluyordur. Ama yine de belirtmek istedim. Yaşadığım bina eski. Duvarlardaki boyalar sökülüyor ve çoğu daire ya tefecilerin ya da yaşlı kadınların. Bir kişi hariç: Üst komşum. Çok görmesem de tefeci olmadığını ve genç olduğunu biliyorum. Benden biraz büyük ya da benimle aynı yaşta. Sürekli ses yapıyor, parti veriyor bu kız. Adını bilmiyorum. İşten çıkarken sadece birkaç defa karşılaştık. İpeksi siyah saçları, orman yeşili gözleri ve kar gibi beyaz bir teni vardı. Teni o kadar açık renkliydi ki, kızın şakaklarındaki damarlar gözüküyordu. Kızı çok tanımasam da kitap okumayı sevdiğini biliyorum. Yakınlarda sürekli kitap aldığı bir yer vardı. Bir kitabevi değildi ama oldukça samimiydi. Açıkçası, kitaplar çok hoşuma gitmez. Ama bu sefer “neden olmasın ki?” diye düşündüm ve apartmandan çıkar çıkmaz oranın yolunu tuttum. İki sokak ötedeydi, çok zaman kaybetmezdim. İçeri girdim ve içerideki sigara dumanından öleceğimi sandım. Adeta dükkânı sis bürümüştü. Bu sisin ardında iri ve sakallı bir adamın siluetini gördüm. Çok görünümünü çıkartamadım ama sesi çok net geliyordu. “alacan mı verecen mi” dedi. Türkçesi biraz bozuktu ve kitaplarla ilgilenen sıradan birine nazaran diksiyonu kötüydü. Ben de tezgâhına 50 lira bıraktım. Bana bir kitap fırlattı ve havada yakaladım. Teşekkür bile edemeden dükkândan çıktım çünkü içeride olduğum zaman boyu nefesimi tutmuştum. Saate baktığımda saatin 8.05 olduğunu gördüm. 8.15 te ofiste olmam gerekiyordu. Koşa koşa tam zamanında otobüse yetiştim ve 4 dakika geciktim. Patron beni azarladı ve gecikmelere tolerans gösterilmediğini, bir daha olursa affedilemez olduğunu söyledi. Özür diledim ve masama geçtim. 67 dakika aralıksız çalıştıktan sonra bir ara verdim. Arada aklıma aldığım kitap geldi. Derin bir iç çekip kitabı okumaya başladım. Kitabın adı “Don Kişot” tu. Kitapta zengin bir adamın okuduğu kitaplarla kafayı sıyırıp gezgin şövalye olmak için gösterdiği çabalar anlatılıyor. Kitabı aralıksız 2 saat boyunca okudum. Kitabın 120. sayfasına geldiğimde el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası gördüm. Numaranın kime ait olduğunu merak ettim ve iş telefonundan numarayı aradım. Açan kişi bizzat üst komşumdu. O gün tanıştık ve gün geçtikçe daha da samimileştik. Bir süre sonra aramızdaki ilişki romantik bir ilişkiye döndü ve bir hafta sonra işimden terfi ettim. Artık başkan yardımcısıyım ve maaşım eskisinden çok daha iyi. Bugün ona evlenme teklifi ettim ve kabul etti. Üç hafta sonra nikahımız kıyılacak.
Don Kişot (?)
(Visited 7 times, 1 visits today)