Tepeden tırnağa hem zihnimi hem de vücudumu bir coşku sarmıştı. Zar zor kapabildiğim, barındırdığı kiri belli etmemesi için seçilen ve basit bir renk paletindeki her rengi barındıran otobüs koltuğunda elimi nereye koyacağımı adeta bilemiyordum. Parmaklarımı çıtlatıyordum, 3 gün önce kağıt kesiğinden dolayı oluşan ve iyileşmeye başlayan ufak kesik dikkatimi çekiyordu, ellerimi dizlerimin üstüne koyuyordum ve aradan 5 saniye dahi geçmeden yine bu döngüyü tekrarlıyordum. O kadar heyecanlıydım işte. Bindiğim otobüste karbondioksit miktarı oksijen miktarını geçeli çok olmuştu ve sanki tüm Türkiye halkı üstüme çullanmıştı. Tek bir çekirgenin daha sığabileceği bir yer yoktu. Ama bütün bunlar şu an o kadar önemsiz geliyordu ki. Ne de olsa çocukluğumun geçtiği mahalleme tekrar dönüyordum!
Çok uzun yıllar önce yaşadığım ili kazandığım üniversite aracılığıyla terk etmiştim. Birbirinden karmaşık yurt serüvenlerimde böyle başlamıştı zaten. İş hayatına atıldığımda ise bu sefer memleketimden daha da uzakta kalmıştım. Belgeler, raporlar iş seyahatleri derken kafam iyice allak bullak olmuştu. Ancak iş seyahatlerinden biri bu sefer işe yaramış gözüküyor ki evime dönüyordum. Halletmem gereken işi layığıyla bitirdim. Ancak beklediğimden daha az zamanımı almıştı. Elimde fazladan bir-iki gün boş zamanım vardı ve kaldığım otelin gecelik fiyatlarını da işimin bu kadar erken biteceğini hesaplamadan ödemiştim. O sırada beyin hücrelerimin derinliklerinde uzun zamandır açmadığım küçük bir ışığın parıltısını hisseder gibi oldum. Çocukluğumun geçtiği mahalle kaldığım yere taş çatlasa 45 dakika uzaklıktaydı. Vücudumun her bir yanını eskiden mahallemizin her bir yanında görebileceğiniz kasımpatı çiçekleri doldurmuştu, capcanlı bir çiçek buket haline gelmişti sanki.
Bulabildiğim ilk otobüse atladım şafağın ilk vakitlerinde yolculuğuma başladım. İşe gitme saati olduğu için otobüs bir hayli kalabalıktı. Tek bir çekirgenin sığabileceği yer dahi yoktu. Bitmek bilmeyen yolculuğumda 40 duyguyu beraberinde yaşadım. Ama beni en çok huzursuz eden korkuydu. Ya doğup büyüdüğüm yer artık hiç tanıyamayacağım haldeyse? Ya mahalleme vardığımda artık bana yabancı gelirsem? Daha doğrusu ya o mahallenin bir yabancısı durumuna düşersem? Bütün bu “ya” ları bir kenara atmaya çalıştım ama olmuyordu. İlk adımlarımı attığım, mahallemizin güzelim sokaklarında sabahtan akşama kadar seksek oynadığım, türlü türlü tekerlemeler söylediğim, ergenliğimin zirvelerinde iken mahallenin kuaföründe saçımı halden hale sokmalarım, istediğim bölümü kazanabilmek için gecem gündüzüme kattığım onca gün. Ya bunca anı ve hatıranın yuvası olan o yer ile birbirimize yabancı hale geldiysek ? Bu korku hissi beni iki eliyle sımsıkı yakalamıştı ve bırakmıyordu.
Bana 5 yıl gibi gelen bu yolculuğun ardından sonunda durağa varmıştım. Yerimden zar zor kalktım ve bir insan hengamesini arkamda bırakarak bindim otobüsten. Etrafıma baktım ve gözlerim yaşardı. Korktuğum başıma gelmişti. Burası benim mahallem değildi. Her ne kadar tabelalar burayı gösteriyor olsa da burası benim bildiğim mahallem değildi. 3-4 katlı apartmanlar gitmişte yerlerine insanın üstüne üstüne gelen gökdelenler dikilmişti. Her bir taraf şirketleşmişti. Zincir restoranlar ve kafeler her bir taraftaydı. Anılarımda yeşillik içerisinde olan bu yer artık tamamen griydi. Taş yol gitmiş yerine asfalt yol gelmişti. Otobüsten indiğime bin pişman oldum. Arkamı döndüm ve yabancı olduğum bu yerden yanaklarımda yaşlarla uzaklaştım. Bu yere çok anlam yüklemiştim.