Bir sonbahar sabahıydı. Ancak o günü klişe bir sonbahar sabahı olarak nitelendiremeyeceğim kadar önemli bir gündü . O gün benim doğum günümdü! Çoğu insanın aksine yeryüzünde geçirdiğim her geçen yılı kutlamaktan büyük zevk alır, yaşlanma kaygısı içine girmeden her sene doğum günümü en iyi şekilde geçirmeye özen gösterirdim. Sabah uyanmama yardımcı olan o tatlı telaş, o samimi heyecan o gün yine beni ayakta tutmaya yetiyordu. Evvelsi günler başımı kaşıyamayacak kadar yoğun olmama rağmen doğum günüme hiçbir işimi bırakmamış, tüm yorgunluklarımı geride bırakmıştım. Demlediğim acı kahveyle beraber bir hışımla yataktan doğruldum. Rutin işlerimi halledip işe doğru yola koyuldum.
İş yerine vardığımda iş arkadaşlarım sevecen bir şekilde beni karşıladı, güzel dileklerini ilettiler. Akşamında yine aynı arkadaşlarımla iş yerinden tanıdığımızın mekanında kutlamaya gideceğimiz için hediye faslı için henüz erkendi. Arkadaşlarımın bana karşı olan tutumu ve samimiyetleri oldukça hoşuma gitse de bazı şeylerin ters gittiği yüzlerinden okunuyordu. Sanki büyük bir felaket varmış ve benden saklamaya çalışıyorlarmış gibi bir tavırları vardı. Arada ağızlarından laf almaya çalışsam da durumu çok bozuntuya vermedim. Ne de olsa o gün benim doğum günümdü ve her şey tabii ki de mükemmel olacaktı. Keyfimin bozulmasına izin vermeden o güne bıraktığım ufak tefek işlerimi halletmeye koyuldum.
Mola saatimiz yaklaşıyordu, akşamki kutlamanın yapılacağı mekanın sahibi olan iş arkadaşımla olan öğlen geleneğimizi gerçekleştirmek için kahve standında buluşacaktık. İşe girdiğim günden beri her öğlen sekmeden buluşur, kahvemizin tadını çıkarırdık. Samimi sohbetlerimizi eder, dostluğumuza bir 40 yıl daha katmış olmanın tadını alırdık. Ancak o gün kahve standında o arkadaşımı göremedim. Belki gecikecektir diye düşünerek yaklaşık bir 10 15 dakika kadar bekledim ancak ne gelen vardı ne giden. Diğer çalışanlara sorduğum zaman onların da haberinin olmadığını öğrendim. Bu işte bir iş var diye düşündüm ancak kafamı en masuma yormaya “hasta olduğuna” inandırmaya çabaladım. Ne olursa olsun doğum günümde beni yarı yolda bırakması canımı epey sıkmıştı.
Yalnız geçen bir öğle molasından sonra artık iş yerimden ve iş yerim dışından oluşan 8 kişilik arkadaş grubumla o bahsettiğim mekana gitmeye hazırdım. Aslında 9 kişiyle ayarlanan bu organizasyon 1 eksikle yapılacaktı. Aklım hala orada olmasına rağmen çevremdekilere belli etmiyor, eğlenmeye çalışıyordum. Akşamüzeri gittiğimiz o şık mekandaki insanların yüzlerinin ifadesi karanlıkta bile bariz belli oluyordu. Müşterilerinin çoğu durum her neyse ondan habersiz yemeklerinin tadını çıkarırken özellikle çalışanlar gergin bir ifade takınmıştı. Daha kötü ne olabilir diye düşünüyordum artık. Yemekler yenmiş, çeşitli müziklerle yarım surat da olsa eğlenilmiş, yeri geldiğinde sıkıcı yeri geldiğinde akıcı dost sohbetleriyle zaman bir şekilde geçmişti. O büyük an gelmişti artık. Etrafımdakilerin stres düzeyi nedenini bilmediğim bir şekilde gitgide artıyor, benim mum üfleme zamanım yaklaşıyordu. İhtişamlı bir pasta dikkat çekici sakin bir tını eşliğinde masama bırakılmıştı. Arkadaşlarım başta olmak üzere herkes bana bakıyor, bense dileğimi dileyip mumları üflemek için sabırsızlanıyordum. Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu. Mumları üflememle ışıkların kapanıp ortalığın tuz buz olması ışık hızıyla birbiri ardını takip etti…