Doğum Günü Felaketi

Son bir saat annemlerin evde doğum günü şarkısını söylemesi ve her bir saniye bana sarılıp “Günaydın doğum günü kızı” diye yanağıma bir öpücük kondurmalarıyla geçiyor. Geç kalktığım her gün uyuduğuma pişman ettirecek kadar söylenseler de bugün bir istisna yapıp belli ki düşüncelerini kendilerine saklamaya karar vermişlerdi. Kimse öğlenin birinde uyanmama tek bir laf etmemiş, garip ama özel hissettiren bir incelik yapmışlardı. Hatta hafta sonunun bir klasiği olan ama benim hiç sevemediğim o rutini yani ekmek ve simit almaya gitmeye bile zorlamamışlardı. Keşke her gün doğum günüm olsa dedim içimden.

Kardeşim sabah sabah kafama üstünde büyük harflerle “doğum günü” yazan bir taç takmış ve koca bir kâse çikolatalı mısır gevreğine yumulmuştuk. Babam akşama çok geç kalmayacağını ve gelirken pastayı ve yemek için birkaç mezeyle içecekleri alacağını belirterek evden çıktı. Tam kahvaltı masasını toplamaya başlamış ve babamı uğurlamıştık ki anneannemler kapıda belirdi. Ellerinde benim en sevdiğimden çikolatalı dondurma ve hediye paketine sarılı biri büyük biri küçük iki tane poşet içinde kutu vardı. Onları salona buyur ettik ve hep beraber bir Türk kahvesi eşliğinde sohbet ettik. Dedemin büyümüş olmama alışamamış gibi bir hali vardı ikide bir gözleri doluyor ve nasihatleri bir bir sıralıyordu. Onun bu hali benim büyümemin yanı sıra onların da yaşlandığını aklıma getiriverdi. Ah dedim içimden keşke hiç son olmasa da yanımızda sonsuza kadar kalabilseler. Benim için bu kadar özenilmiş bir günde gözlerimin dolduğunu fark ederek kendime kızdım ve dikleşip dondurma ikram etmeye başladım.

Kahveler ve dondurmalar bitti bir güzel kahve fallarına da bakıldı. Artık akşamki küçük aile arasındaki parti için ev süslemesine geçinilebilirdi. Pastamı bilmiyordum. Annem bu yıl bana sürpriz yapmak istemişti. Umarım güzel bir şey seçmiştir diye kaç gündür içimden dualar sıralıyordum. Yoksa gelen birkaç arkadaşıma- hoş yakın arkadaşlarımdı ama olsun- rezil olabilirdim.

Ev süslenmiş, en yakın birkaç arkadaşım ve teyzemler yavaş yavaş gelmeye başlamışlardı. Ama pasta ve babam yoktu. Tabi bunlar olmayınca mezeler ve içecekler de yoktu. Tüm yemekler annem, teyzem ve anneannem ( altın üçlü ) tarafından hazır edilmişti bile. Biz de kuzenlerim ve kardeşimle masayı da hazır etmiş, peçeteleri fiyakalı katlayıp üstlerine de çatalı bıçağı ve kaşığı nizami bir şekilde yerleştirmiştik ki kapı çaldı. Oh dedim sonunda. Kapıyı bir koşu açtım ve babamın elindeki malzemeleri hemen mutfağa taşıdım. Annem de rahatlamış görünüyordu çünkü genelde babam zaten hep geç kalırdı. Babamın elinde son bir şey kalmıştı o koca kutu ve içindeki gizemli pasta. Bakmak için neredeyse yalvardım ama izin alamadım bir türlü. Üzerine mumları koyunca ve üfleme zamanı gelince bakabileceğimi söylediler.

Yaklaşık 15 dakika sonra herkes gelmiş ve yemeği bekler vaziyetteydi. Toplam 2 büyük masa ve 1 yer masası vardı. 20 kişiydik. Annemler tencere tencere yemeği 1 gün içinde yapmış ve üstelik 20 kişiye fazla fazla yetmiş üstüne artmıştı bile. Hayrandım bu kadınlara. Yemeğimizi bir oturuşta bitirdik, çaylar koyuldu herkes evin bir köşesine geçip sohbetine başladı. Bugün o kadar çok pohpohlanıyordum ki her çay koyduğum kişi “Doğum günü kızının elinden de her iş gelirmiş oy canım benim.” den tutun da “ Bu kızın bu kadar yardımsever, iyi kalpli ve becerikli olacağı ta küçüklüğünden belliydi. Nasıl da odasını hep toplu tutardı.” ya kadar her türlü lafı söylemişlerdi. E seviniyordum tabi ama bugünün sonu bu kadar mutluluğa iyi biter inşallah diye dua ediyordum. Çoğunlukla bir krizle falan sonlanabiliyordu çünkü.

Çay keyfinin ve bizim kızlarla ki dedikodu saatimizin sonu benim pastayı merakımdan artık yerimde duramayacak hale geldiğimde son buldu. Ben üstümü başımı düzelttim, bir ruj sürdüm ve yemekten sonra hazırladığımız masanın başköşesine kuruldum. Derken ışıklar söndü, her taraf karardır ve o meşhur şarkı söylenmeye başlandı: İyi ki doğdun Serra, mutlu yıllar sana…

Ve o günlerdir merak ettiğim pasta tam önüme konuldu. 2 katlı yuvarlak ve benim şuana kadar üzüldüğümde ya da sıkıldığımda açıp açıp tekrar baktığım en sevdiğim anılarımda çekindiğim fotoğraflarla sarılı bir pasta. O kadar ama o kadar mutluydum ki. Kelimeler bulamıyordum. Uzanıp anneme sımsıkı sarıldım ve gözlerimi yumdum. Arkadan dilek tut nidaları yükseliyordu. İstemsizce mutluluktan gülümsedim ve hayatımın hep bu anki gibi musmutlu ve sevdiklerimle geçmesini diledim. Büyük bir nefes aldım ve mumları üfledim.

Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu. Bir kıvılcımın perdeyi tutuşturmasıyla etraf bir anda duman altında kaldı. Kimse ne olduğunu anlayamamışken bir de dumanı algılayan detektörün su saçmaya başlaması olaya tuz biber ekti. Herkes saniyeler içinde sırılsıklam olmuş, perdenin yarısından fazlası külle karışık yanmış ve pasta ıslak keke dönüşmüştü. Herkesin birbirine girdiği o anda arkama yaslandım ve kafamdan akan suların verdiği hoş yağmur hissiyle sevdiklerimin o komik halini gülerek izlemeye başladım. İşte biz, ne denebilir ki. Bir kriz çıkacağı belliydi…

(Visited 11 times, 1 visits today)