Ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu. Ben Attila. 11. sınıfım. Ailemden uzakta yaşadığım için çevrem pek geniş sayılamaz ama ailem diyebileceği 4 tane çok yakın arkadaşım vardı: Zeynep, Seyit Eymen, Akın Alp ve Duru. Onlara, kendi canımdan daha fazla değer veriyordum.
Ben o gün her şeyden habersiz okula yorgun yorgun yürürken önüme bir anda Duru çıkıverdi. Bana heyecanlı bir ses tonuyla dedi ki “Kutlayacağın en iyi doğum günü için hazır ol!” Ben cevap veremeden sınıfa doğru yol aldı. O aralar biraz çökmüş olduğum için doğum günüm tamamen aklımdan çıkmıştı. Derse girdim. Tabii ki ilk derslerde bayağı bir uykum olduğundan gözüm açık uyuyordum resmen. Kantine gittim, dersleri dinledim, yemeğimi yedim, arkadaşlarımla sohbet ettim derken bir baktım okul bitmiş!
Okul bittikten hemen sonra Eymen beni aradı, dedi ki “Kanka gel şu yakınlardaki tavuk restoranına gidelim.” Ben de “Ya vallahi hiç gidesim yok, şu aralar kendimi hiç iyi hissetmiyorum.” dedim bitkin bir şekilde. O beni getirmek için kararlıydı anlaşılan. Bana “Kanka gelmezsen çok üzülürüm.” dedi. Ben de onu kıramadım. “Peki! Geliyorum.” dedim zinde bir şekilde. Telefonu kapattıktan sonra bir taksi çağırdım, geldikten sonra bindim ve yola koyuldum.
Yol boyunca benim için ne hazırladıklarını düşündüm durdum. Oraya vardığımda saat 17.30 civarlarındaydı. Arkadaşlarım, ben oraya vardığımda bana bıkmış gözlerle baktılar. Akın, “Paşam, hiç gelmeseydiniz, sizi yorduk.” dedi. Ben de “Gelebildiğim kadar hızlı geldim asker.” dedim. Birlikte gülmeye başladık. Etraftakiler bize bakmaya başlamıştı. Biz de rahatsız olup restorandan içeri girdik. İçerisi buram buram tavuk kokuyordu. Restoranda iğne atsanız yere düşmezdi. Canım arkadaşlarım, bize sırf doğum günüm için özel masa ayırtmışlar. Bana değer verdiklerini görmek beni duygulandırmıştı.
Masamıza oturduk. Etraf çocuk çığlıklarıyla ve neşeyle doluydu ama bunlar değişmek üzereydi. Sonra garson geldi, siparişlerimizi aldı. Masada o sırada şakalar, şamatalar, kahkahalar vardı. Ben hayatımda o kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Yemeklerimiz yaklaşık 30 dakika sonra geldi, yemeklerimizi yedik sohbet ettik derken 2 saat olmuş. Sonra bir anda arkadaşlarım “İyi ki doğdun Attila! İyi ki doğdun Attila!” diye şarkı söylemeye başladı. Ben ne olduğunu şaşırmış halde bir arkadaşlarıma bir de tüyler ürpertici sarı tavşan kostümlü adamın elindeki pastaya baktım ve dedim ki “Bu benim için mi?” Hepsi “evet” anlamında kafalarını salladılar. O sıra gözyaşlarıma hâkim olamadım. Duru benim hiç doğum günümün kutlanmadığını bildiği için sarıldı ve “Hadi şimdi ağlamanın sırası değil, mumları üfle.” diye kulağıma fısıldadı. Ben derin bir nefes aldım ve mumları üfledim.
Bir anda kulak çınlatıcı bir çığlık duyuldu. Ne olduğunu öğrenmek için o çığlığa doğru koştuk. Sonra bir baktık ki eski bir odanın içinde bir kadın kucağında küçük bir çocuğu tutuyordu. Çocuk hareketsiz duruyordu ve annesi gözyaşları içinde resmen çıldırıyordu. Sonra daha yakından bakınca çocuğun kanlar içinde olduğunu fark ettik. O an donakalmıştım. Tüylerim diken diken olmuştu. Hareket edemiyordum. O zararsız, günahsız çocuğun cesedine sadece korku dolu gözlerle bakıyordum. Bunu nasıl bir cani yapabilirdi?
Arkadaşlarım beni oradan çekip çıkardı. Zeynep, “Allah’ım ne oluyor?” dedi. Duru’nun ise gözlerinden yaşlar akarken “Ben hayatımda böyle bir şeye hiçbir zaman rastlamadım. Neden bugün?” diye isyan etti. Harbiden de haklıydı, benim doğum günümü kutlamak için geldik fakat şahit olduğumuz olaylara bakın! Akın ise benim gibi olaydan fazla etkilenmiş olsa gerek, eve doğru giderken benimle aynı şekilde sadece yere baktı ve tek bir kelime bile etmedi. Eymen durarak, “Ben bunları kaldırabileceğimden emin değilim.” dedi.
Eve vardım ve hiçbir şeyle uğraşmadan yatağıma yattım. Beklediğim gibi 1 saat bile uyuyamadım. Ertesi gün de dün gibiydi. Ondan sonraki gün de. Dayanılamaz bir acıya dönüşmüştü artık bu. Buna bir çözüm bulmam gerekiyordu. Kararımı vermiştim. O katilin kim olduğunu bulup onun işini bitirecektim, canıma mal olsa bile. Benim ekibimi aradım. Zaten diğerlerinin de benden bir farkı yokmuş. Berbatın da ötesi hissediyorlarmış.
Tam dışarı çıkarken Eymen beni aradı ve “Attila başım büyük belada” dedi. Ben de panikle ne olduğunu sordum. Bana kapısının üstünde “Eymen olanları kaldırabildin mi? Benimle tavukçuda buluş. Gelmezsen seni bulurum.” yazan ve üstünde bir gülücük olan bir kağıt bulduğunu söyledi. Gözlerim kocaman açıldı. Bunu yazan kişi, Eymen’in olanları kaldıramadığını biliyorsa bizi takip etmiş olmalıydı. Şok içerisindeydim. Eymen, “Benim oraya gitmem lazım, beni her türlü bulur. Yani bu bir elveda sanırım.” dedi. Ben de “Hayır Eymen! Bunu ikimiz halledeceğiz. Sen merak etme, seni yalnız bırakmayacağım.” dedim. “Telefonunu bugünlük kapat ve beni evde bekle, ben seni almaya geleceğim.” dedim. “Tamam.” dedi.
Saat 20.30’da Eymen’in evine gittim, hava yağmurluydu. Yürüyerek tavukçunun yolunu aldık. Oraya vardıktan sonra yerde bir levye buldum, onu da yanıma aldım. 15 dakika dışarıda birbirimize çaresizlikle bakıştıktan sonra içeri girdik. Kapıyı açtık, ben köşede levye ile pustum. Arkadaşım o notu yazanı bekliyordu. Sonra arka odadan o ürpertici tavşan çıkıverdi. Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Tavşan, “Vay be, Eymen gerçekten cesurmuşsun. Bunu takdir ettim bak.” dedi yavaşça yaklaşırken. “Merak etme hızlı ve acısız olacak.” dedi. “Son sözlerin neler bakalım?” dedikten sonra aniden yerimden çıktım. Eymen, “Arkana bak.” dedi. Tavşan şaşırmış olacak ki “Arkama mı?” diye sordu. O tam sorduktan sonra kafasına tüm birikmiş öfkemle ve levyeyle birlikte sertçe vurdum. Tavşan yere yıkıldı. Acı içinde kıvrandıktan sonra “İyi iş doğum günü çocuğu.” dedi ve hareketleri kesildi. Büyük ihtimalle bayılmıştı. Tavukçudan dışarı çıktık. Yağmurun altında yaklaşık 30 dakika kadar oturup yaptıklarımızı düşündük.
Tavşanı yakınlardaki bir tepeye çıkardık. Telefonlarımıza baktığımızda ikimizinkinde de arkadaşlarımızdan gelen en az 20 cevapsız arama olduğunu gördük. O, Zeynep’i, ben ise Duru ve Akın’ı aradım. Hepsi çok endişelenmişti, onların buraya gelmesi gerektiğini ve her şeyi açıklayacağımızı söyledik. Yaklaşık 45 dakika sonra geldiler. Bizi tavşan kostümlü adamın yanında görünce bize doğru koşa koşa geldiler. Akın endişeli bir şekilde “Siz ne yaptınız böyle?” diye sordu. Biz de hem olayın şokunu atlatamamış hem de gururlu bir şekilde “Katil artık emekli oldu.” dedik. Arkadaşlarım buz kesildiler. Biz, her ne kadar soğuk kanlı durmaya çalışsak da bizim de içimizde halen bir korku ile heyecanın birleşimi bir his vardı.
İçimdeki öfke bitmek bilmiyordu. En mutlu olmam gereken günde acı dolu bir gün yaşamıştım. O acı ve keder dolu mekanı yok etmem gerekiyordu. Tavşan kostümlü adamı kostümünden çıkardık tepede bir yer açıp gömdük. O adam bir mezar taşını bile hakketmiyordu. Son kez bu işi tamamen bitirmek için restorana gittik, herkes tüm ciddiyetiyle yürüyordu. Duru hariç. Çok tedirgin görünüyordu. Ben de onun omzuna elimi attım ve kulağına “Merak etme sana bir şey olamayacak.” O tedirgin yürüyüşü bir lider kadar dik ve kendinden emin olmuştu. “İşte o vahşet dolu mekana geldik.” dedim kendi kendime. Eymen de “Attila, birlikte geldik, şimdi de bu işi birlikte bitireceğiz.” dedi.
Arkadaşlarımıza sarıldıktan sonra elime levyeyi aldım ve içeri girdik. Burayı gerçek anlamda havaya uçuracak bir şey arıyorduk. Arka odalara doğru ilerledik; eskiyen, sökülen duvarlar kalbimi ağzıma getiriyordu. Orada bir bidon dolusu benzin bulduk. Girişten başlayarak her yere benzin döktük. Arka odaya da döktükten sonra gözüm duvardaki bir yazıya takıldı. “İyi işti doğum günü çocuğu.”
Kafayı yemek üzereyken Eymen’in yanına koştum. “Eymen buradan derhal çıkmalıyız.” dedim. “Dur az bir yer kaldı.” dedi. Ben de “Bunu dökmeyi bırak! O geliyor!” dedim. Sonra arka odadan bir anda o tavşan kostümlü adam çıktı. Anında koşmaya başladık, kapıyı tekmeyle açtım, dışarı çıktım, çakmağı içeri attım, tavşan kostümlü adamın üstüne kilitledim. Restoran yanarken sadece izledik. Sonra bir anda camın önünde o tavşan bir anda belirdi. Bize baktı, maskesini çıkardı ve gülümsedi. Ondan sonra da ateşin içinde kayboldu.
Kafamda manyak sorular vardı, “O tavşan nasıl hala yaşıyor?” gibi. Arkamı döndüm. Oradan hiç konuşmadan ayrıldım. Olayın şoku bir travma olacak gibi gözüküyordu. Eve gidip 1 saat boyunca banyoda ağladım. O gün bütün o acıyı, kederi, üzüntüyü ve korkuyu serbest bırakmıştık. Artık endişelenecek bir şey kalmamıştı. Artık rahattım. Artık kafamda o kadının çığlığını duymadan uyuyabilirdim. Artık korkmamı gerektiren bir şey yoktu. Arkadaşlarımı kaybetmeme sebep olabilecek bir şey yoktu.
O günden sonra hiçbir şey aynı olmadı. Hepsi şaşırtıcı bir şekilde daha da iyi oldu. Arkadaşlarımla resmen bir aileydik artık. Özellikle de Eymen’le, artık hiç olmamış kardeşim gibiydi. Her gün arkadaşlarımla buluşuyorduk. Her zaman birbirimizin evinde kalıyorduk. Bu olayları tamamen aklımızdan silemedik tabii ama atlatabildik. Fakat atlatmamız 2 ayımızı aldı. Bir daha o tavşan kostümlü adamı görmedim.