DOĞU MU KUZEY Mİ?

Objektif tüm değerlendirmeler kabul edecektir ki Finlandiya ve Japonya geçtiğimiz yüzyılın önce büyük sıkıntılar yaşayan, sonrasında ise kazanan önemli iki ülkesidir. Tarihsel olarak her iki ülke de II. Dünya Savaşı’ndan büyük hasarlar alarak çıkmış ama her ikisi de o zorlu günleri başarıyla geride bırakabilmiştir.

Bugün geldiğimiz noktada, bu iki ülke de vatandaşlarının refah düzeyini ve ülkelerinin ekonomik güçlerini olağanüstü biçimde geliştirebilmiş olsalar da bu amaca ulaşabilmek için takip ettikleri yöntemler birbirine neredeyse taban tabana zıttır.

Japonya’da çalışanların çok uzun saatler mesai yapmaları olağan bir durumdur. Ortalama bir Japon, çalıştığı işyerine neredeyse gün ışırken ulaşmakta, sonrasında ise gece yarısına doğru oradan ayrılmaktadır. Bazen işyerinden o kadar geç ayrılmaktadır ki evine kadar gitmemekte, hemen yakınlardaki ortalama 6-8 metrekarelik büyüklükte odaları olan bir pansiyona geçmekte, kısa bir mola ve duştan sonra yeniden işyerine dönmektedir. Çalışanların kanunen verilmiş hakları dâhilinde yıllık izinleri bulunsa da genel olarak çok özel durumlar ve günler dışında bu izinlerin kullanılması işveren tarafından beklenmemekte, bu da kurum aidiyetinin bir işareti olarak görülmektedir. Dünyada “çok çalışmaktan kaynaklı ölüm” kavramının karşılığı bir kelime sadece Japoncada bulunmakta ve bu anlamda kullanılan “karo” kelimesi, yıllık ortalama 300 Japon’un ölüm sebebi olarak kayıtlara geçmektedir. İlave olarak maalesef Japonya intihar olaylarının en çok gerçekleştiği ülkelerden bir tanesidir.

Finlandiya’da ise durum biraz farklıdır. Tarihsel olarak komşusu Rusya ile Avrupa’nın en uzun sınırlarına sahip olmuş bir ülke olarak sürekli güvenlik tehdidi altında kalmış ama bu durumla başa çıkabilmeyi kendine özgü yöntemlerle başarabilmiştir.  Finlandiyalı yöneticiler doğan her bir Finli çocuğun kendileri için çok değerli olduğuna karar vermişler ve doğumundan ölümüne kadar her bir vatandaşın en iyi eğitimi almasını, en iyi ve verimli çalışma ortamında üretime katkı sağlamasını garanti altına almak için olağanüstü yöntemler geliştirmişlerdir. Nihai amaç vatandaşlarının istisnasız tamamını üretime dâhil etmeyi hedefleyen kuşatıcı bir refah ülkesini oluşturabilmek ve ayakta tutabilmektir. Verimliliğin mümkün olan en üst düzeyde muhafaza edilebilmesi için gerekirse haftada çalışılan gün sayısının ve günlük çalışma saatlerinin azaltılabilmesi için çalışmalar yapılmaktadır.

Aslında bu iki ülke, çalışma koşulları bakımından bulundukları coğrafi bölgelerin birer temsilcisi gibidirler. Japonya’nın içinde bulunduğu Uzak Doğu’da sadece Japonlar değil Koreli, Çinli ve Singapurlu çalışanlar da benzer bir iş yaşamının içindedirler. Aynı şekilde, Finlandiya’nın bir parçası olduğu Kuzey Avrupa’daki İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkelerde de çalışma ortamları aşağı yukarı Finlandiya örneğine yakındır.

Son yıllarda her ikisi de başarılı sonuçlar ortaya koymuş bu iki ülkenin ve benzer ülkelerin çalışma ortamları yakın mercek altındadır. Örneğin, 2021 yılında Kore’de yapılan bir üniversite araştırmasında çalışanların işyerinde günde yaklaşık 20 saat geçirdikleri, ancak geçirilen bu saatlerin üretime ve özellikle yaratıcılığa neredeyse hiç katkı sağlamadığı tespit edilmiştir. Çünkü belli bir aşamadan sonra çalışanlar iş dışındaki birtakım şeyleri de ofislerde yapmaya başlamaktadır. Örneğin günde en az 4 saatlerini bilgisayar oyunlarına ayırmakta, 3 saat civarında yemek pişirmekte, 2 saatlerini ofis dedikodularıyla geçirmekte, bütün bunları aynı fiziksel mekânda yaptıklarından sosyalleşme, başka insanlarla paylaşıma geçme, ortam değiştirip tazelenme fırsatı olmadığından dolayı yeterince dinlenmeden ve motive olmadan yeni iş gününe başlamaktadırlar.

Tarihi süreçler insanların ortak yaşamını, kültürlerini ve çalışma alışkanlıklarını ve bu konudaki ahlaki kodlarını doğrudan etkiler. Geride bıraktığımız 50-60 yıl, yıkıcı bir dünya savaşının ağır enkazını ortadan kaldırmak ve toplumların yeniden ayağa kalkmasını sağlayabilmek için kullanılmıştır. Öncelik çoğu zaman bireyden çok toplumun iyiliği olmuştur. Bu uğurda, II. Dünya Savaşı sonrası en az iki nesil bir noktada kendilerini feda etmiş, bugünkü nesillerin refahı için inanılmaz fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Bugün geldiğimiz noktada, bu türden kapsamlı fedakârlıklar yapmaya gerek kalmamış görünmektedir. İnsanlık, artık bireyin mutlu ve verimli olabildiği bir refah toplumuna evrilmektedir. Bu noktada kritik soru şudur: Aynı amaca ulaşmak için Doğu mu yoksa Kuzey tarzı bir hareket mi benimsenmelidir? Ne dersiniz?

(Visited 76 times, 1 visits today)