Yalanlar ve gerçekler… Değişim dışında hayatın insanlara özgü tek iki sabit terimi. Tıpkı hayattaki iki insan çeşidi gibi: Gerçekçiler ve yalancılar.
Yalanlara inanmak isteyenler, genelde gerçeklerin içinde kaybolmaktan korkanlardır. Fakat her zaman kendilerince geçerli sebepleri vardır. Sonuçta hepimizin içinde de gerçekleri bilmemenin en doğrusu olduğunu düşünen bir tarafımız vardır. Çünkü biliriz ki gerçeklere ‘gerçekler’ dediğimizde, kimsenin aklında pozitif bir düşünce belirmez. Aksine korku ve beraberinde merak gelir. Çünkü sevdiğimiz birinin öldüğü gerçeğine teslim olmak istemeyiz; hayal, rüya veya yalan olmasını dileriz içimizden. Üçü de içinden çıkılamaz ve kendimizi kaptırdığımızda hayatı toz pembe görmemize yarayan ilaçlardır çünkü. Kaptırdıkça içinden çıkamadığımız…
Yalanın her zaman bir açıklaması vardır. “Senin iyiliğin için.”, “Küçük bir yalandı, önemsiz bir detay sadece.”, “Öğrendin diye bir şey mi değişti?” gibi birçok söz duymuşuzdur yaşantımızda. Buradan da yalanın bir kontrol ve yönetim organı olarak kullanıldığı detayı görülebilir, bizim iyiliğimize, verdiğimiz kararlara, gerçeği öğrendiğimizde vereceğimiz tepkilere kadar hayatımızın her noktasında yönetiliriz. Etrafımızdakilerin iyi veya kötü niyetle bizim hakkımızdaki –hatta belki hayatımızın gidiş yönünü etkileyecek olan- seçimlerden hangisinin daha doğru olacağına karar vermesine boyun eğeriz. Gerçi bu hiçbir zaman bizim seçimimiz olmaz. İnsanların akıllarından geçenler gibi ağızlarından çıkanları ve çıkacakları kontrol edemeyiz çünkü.
Yalan söylemek sadece insana verilmiş bir özelliktir. Yalan söylememizin sebebi düşüncelerimizdir ve bizi diğer bütün canlılardan daha karmaşık ve farklı kılan da odur. Daha karmaşık yaşar, gözler ve düşünürüz. Bu yüzden de hayat, bizim için içinden çıkılmayacak bir durumla karşımıza geldiğinde, biz de istemsizce onu da yalanlarımızla daha da karmaşık hale getiririz.
Bu dünyada yalnız yaşamayı göze almak, gerçekten cesaret ister. Yalnızlık meşakkatli iş… Kendi kendine konuşmak neyse de cevap vermek baya zor.Dürüstlükle yaşamak da aynı şekilde. Çünkü gerçek şu ki, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.Bu nedenle gerçekçi insanlar için durum, diğerlerinden biraz farklıdır. Bir yalanla karşı karşıya kaldıklarında, o insana karşı güven duygularını yitirirler. Yalan söylemeyen insanla karşılaşma olasılığı ne kadar düşükse, idealistlerinin güvenebildikleri birçok dostunun olduğu ihtimali de eş değerdir. Bu nedenle gerçekçiler, yalnız cesurlardır. İşte iki açıdan bazı yalancılarla benzerler: Yalnızlık ve cesaret. Yani insanlığın asıl korkusu, bu iki zıt karakterin aşırıya kaçmış dominant özelliklerinin karşısında onların kabusu olur.
Kısacası, tıpkı Neitzsche’nin dediği gibi: “İki farklı insan var: Gerçeği bilmek isteyenler ve yalanlara inanmak isteyenler.” Kendisine ve başkalarına söylediği yalanların peşinden koşup sonuçlarına katlanmak ve dürüstlükle yaşayıp seçici olmak yalnızlığa açılan iki kapıdır. Yani ikisi de cesaret ister. Ayrıca herkes kendi doğrularından kaçtığında onların yerine yarattığı yalanlarına ve umutlarına sığınır. Bu nedenle her yalancının içinde bir dürüst ve her dürüstün içinde de bir yalancı yatar.