Herkesin ve her şeyin varlığınızdan habersiz olması aslında çok tatlı bir şeydir. Sizi onu aramadığınız için trip atacak bir arkadaştan, teslim tarihini kaçırdığınız bir projeden ötürü size düşük not verecek bir profesörden, kiranızı ödemeyi geciktirdiğinizden kapınıza dayanacak bir kiracıdan, en çok da dışardaki “el alemin” sarf edeceği sözlerden ve gereksiz laf kalabalığından kurtarır. Kimse sizi göremezse veya orada olduğunuzu bilmezse yahut sizin varlığınızdan bile haberi olmazsa sorumluluğunuz da olmaz. Yükünüz de olmaz….
.
.
.
Gözlerimi benden habersiz olan bu dünyaya bir sabah daha araladım. Güneş bütün pırıltısıyla ve ışığıyla perdenin küçük aralığından üstüme düşüyor, düştüğü yerleri hafifçe ısıtıyordu. Sanki perdeyi yırtıp, bütün benliğiyle üstüme gelip beni yakmak istiyordu. Yavaşça yataktan doğruldum ve güneşin yapamadığını yaptım. Perdelerimi açtığımda artık karın tamamen eridiğini, ağaçların yavaşça tomurcuklandığını, kuşların ötmeye başladığını gördüm. Bahar artık kapıdaydı. Kışlıklarımı kapatıp gardırobumun üstüne kaldırmam gerekiyordu. Tabii bir de “bahar temizliği” mevzusu vardı. Bu işleri yaparken hep o kadar çok sıkılırdım ki geçiştirerek bir şekilde halleder ve bir sonraki sefere kadar bu yaptığımla kendimle gurur duyarak ilerlerdim. Yapacağım iş yükünü düşünmekten vazgeçip perdemi kapattım ve hızlıca üstümü değiştirdim. Arayacağım veya beni merak edecek kimsem yoktu. Günümü istediğim gibi geçiriyordum. Mutluluk da buydu benim için. Diğerlerinin yaptıkları ve düşündüklerinden bana ne! Herkes kendi hayatına bakar ben kendiminkine bakardım, bu durumdan da asla rahatsızlık duymazdım.
Kahvaltımı etmeden dışarı çıktım ve her zamanki sokaklarda yürümeye koyuldum. Sağda solda çocuklar koşuşturuyor, çiçekçi yine son kalan papatyalarını vitrine dizmiş bekliyor, simitçi ise elinde kalan son malzemeleri satmayı deniyordu. Kısacası olağandışı hiçbir şey yoktu. Herkesin ne kadar da monoton hayatları vardı. Onların bu dünyalarının bir parçası olmadığım için çok mutluydum. İstediğim yerlere ve her zaman kendi kafama göre mekanlara girip çıkabiliyordum. Büfenin yanından geçerken tezgahın üzerinde duran gazetelerden birini alıp kolumun altına sıkıştırdım, tekrardan elbette görülmedim de fark edilmedim de. Aldığım gazeteyi bir banka oturup karıştırmaya başladım. İlk sayfada yine magazin haberleri vardı. Yok şu ünlü kişi buraya gitmiş, şununla görüşmüş, boş şeyler yazılıydı. İkinci sayfada ise politik yazılar yer alırdı. Gazeteler genel olarak sıkıcı gelirdi. Ne anlamı vardı ki manasız şeyleri uzun uzun yazıp süsleyerek bastırmaya. Çok kısılıp etrafa bakmaya karar verdim. Çiftler el ele tutuşmuş geziniyordu. Yine etrafta çocuklar ağlıyor, çığlık atıyorlardı. Sol tarafımda, hafif uzağımda kalan bankta ise iki arkadaş heyecanlı heyecanlı birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. İkisi de bir diğeri konuştuğunda pür dikkat kesiliyordu. Ne kadar acınasıydı. Kendi dertleri yokmuşçasına bir de diğerlerininkini dinliyorlardı. Benim varlığım bilinmediğinden dolayı benim öyle bir derdim yoktu tabii. Kendi başımaydım, başkalarının problemleri olmadan.
Artık kendimi kandırmalarım fazla gelmişti ki kendimi bir anda ağlarken buldum. Ne diyordum ki ben. Tabii ki etrafım tarafından duyulmak istiyordum. Diğerlerini de duymak işitiyordum. Çocuklar yanımdan geçerken yanlışlıkla bana çarptıklarında onlara gülümsemek, ben de birilerinin elini tutmak, onları dinlemek istiyordum. Kendi yalnızlığımı bastırmak için söylediğim yalanlardan artık gına gelmişti. Böyle yaşamak istemiyordum ama ben silik bir karakterdim. Orada yoktum. Sanki ben de havaydım, varlığım oradaydı ama görünürlüğüm asla yoktu. Lakin ben hiçbir zaman nefesin havaya muhtaç olduğu kadar ihtiyaç duyulan biri olamayacaktım.
Dışarıdaki Göz
(Visited 9 times, 1 visits today)