Gündelik yaşantımız, başımıza gelen olaylar, hobilerimiz, kısacası hayatımız belli temeller üzerine kurulmuştur. Duygularımız ve duyularımız beynimizin sağ kolu gibi görev alır ve biz insanlar olarak bu detaylara çok da önem vermeyiz. Her şey yolunda olduğu sürece normalizdir. Oysaki beynimizin dilimize komut verirken içinde neler yaşanıyor, kelimelerin oluşturduğu o ahenkli cümleler nasıl anlamlanıyor hiç düşündünüz mü?
Günümüze baktığımızda dilimizde sahteleşmiş, özgün olmayan, popülizmin esiri ve bolca kargaşa veya telaşla dolu olduğunu hissediyoruz ya da işitiyoruz. En büyük sorunumuz ise dil çünkü bizi bölüyor… Doğduğumuz ve etkisinde olduğumuz siyasi düşünceler bizleri birbirimizden uzaklaştırarak yalnızlaştırıyor ve yapayalnız sadece kendi zihnimizin kendi içinde sesini yükseltebildiği bir dünyaya mahkum ediyor çünkü bu dünyada farklı görüşler düzeni bozuyor sanılıyor.
Bilmediğimiz düşünceler aldanmalara ve kandırılmalara çok güzel zemin hazırlasa da biz insanlar bilmediğimize daha çok güveniyoruz. Bunun sebebi belki de birbirimize güvenmeye çalışırken aslında güvenmemeye, birbirimizi dinlemeye çalışırken aslında dinlememeye ve saygı duyarken de aslında duymamaya yönelmemizdir. Güvenmek bize zor geliyor çünkü iyi insanlar olarak her ihanetin sevgiyle başladığını unutuyoruz, insanlara da fazla güveniyoruz, sırf onları sevdiğimiz ve değer verdiğimiz için onların da bizi sevdiğini sanıyoruz ve aldanıyoruz. Oysaki en büyük darbeyi sevdiklerimizden alıyoruz bizi tanımasına izin verdiğimiz insanlara karşı duvarlarımız olmadan çok güçsüz ve savunmasız oluyoruz ve en büyük yara en beklenmediğimiz insandan geliyor ve şaşırıyoruz. ”Aldatmaya ve aldanmaya en elverişli şeyler bilmediğimiz şeylerdir. Bu yüzden insan en az bildiği şeye en çok inanır.”
Detaylar her ne kadar kalpte saklı olsa da, anılar hafıza da birikiyor. Kalbimiz ile beynimiz arasında bağlantı olsa da duygusal olarak şeffaf bir kapı var diyebiliriz çünkü kalpteki her duygu beyne geçmiyor ya da geçemiyor. Dostoyevski bir yazısında ”Anıların güzel olanları da, kederli olanları da insanı hep hüzünlendirir.” diyor geçmiş bizi düşüncelere iyi ya da kötü sürüklerken, on dört yıldır var olan bu evrendeki insanların iletişim şekli olan dilin bu koca tarihten etkilenmemesi neredeyse imkansız. Duygular da ne kadar bencil de olsalar bizimle değişiyorlar mesela herkesin hayatında bir balkona ihtiyacı var hem kendini silkelemek hem de nefes alabilmek için.
Duygularımızın incineceğine de bilsek aldanmayı tercih etmemiz gerektiğine inanıyorum çünkü doğrular her ne kadar büyük yaralar açsa da hayatta en pahalı şey o yaraların sonucunda ortaya çıkan tecrübedir. Tecrübe acıdır çünkü öğrenmek için önce kaybetmek gerekir. Ve inanıldığının aksine mutlu olmanın da iki yolu maalesef yoktur. Ya kendimiz olmalıyız ya da mutsuz bir yolun içinde onların istediği kişi. İnsanlar her kendileri olmadığında hep beraber kaybediyoruz onlar kişiliklerinden biz ise samimiyetimizden… İnsanlar diğer insanlara düşüncesizce büyük yaralar açabilir ama unutmamalıyız ki en güçlü kişi, yalnız kalmaktan korkmayan kişidir. Bu yüzden insan en az bildiği şeye en çok inanmaktan vazgeçmelidir çünkü biz düşüncelerimizle özgürüz ve bilmediğimiz her gizemin bizi gelecekte yaralamasındansa, alışmadan ortaya çıkması küçük hasarlarla büyük tecrübeler edinmemize yardımcı olur. İnsanlar olarak anı yaşamalı ve hayatımızdaki konuklarımızı da o hatıraya emanet etmeliyiz çünkü insan hatıralarında özgürdür ve insan zamanı durdurmak istediği yere aittir…