Dünyamızda insan hayatı yaklaşık 200 bin yıl önce başladığından beri toplum kavramı hayatımızdaki vazgeçilmez kavramlardan biri haline gelmiştir. Dünya bir insanın yaşaması için her nekadar elverişli olsa da aynı durum tek başına yaşamaya çalışan bir insan için geçerli olmaz. Bu nedenle bir toplumsal yapının var olması insanın eksiklerini kapatmasına yardımcı olur. İşte bu toplum yapısının en üst mertebesinde yer alan devlet kavramı millet veya milletleri bir arada yönetebilecek geniş bir güce sahiptir.
Sözlük anlamıyla ilerleyecek olursak devlet: Toprak bütünlüğünce ve siyasal yönden örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Bir devletin var olmasındaki en temel husus bireyler arasındaki kültürel uyumdur. Ancak bu bir devletin yaşaması için yeterli olmadığı gibi kültürel birlik olmadan da bir devlet var olabilir. Aklımıza ilk gelen örnek hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğudur. Yaklaşık 600 yıl boyunca Osmanlı Devletine mensup kültürler birbirleriyle barış ve huzur içinde yaşamışlardır. Ancak Fransız İhtilali sonrası milliyetçilik akımı kültürlerin beraber tek bir çatı altında yaşamasını imkansız hale getirmiştir.
Günümüzde farklı kültürden milletlerin tek bir devlet çatısı altında barışçıl bir şekilde yaşamaları neredeyse imkansızken Mustafa Kemal Atatürk bunun bile mümkün olabileceğini “Ne mutlu Türküm diyene.” Sözüyle göstermiştir. Farklı ama benzerlikler sahibi kültürleri bir Türk Devleti çatısı altında toplamayı başarmıştır.
Her ne kadar kültürel birlik gerekli olsa da anayasanın oluşturulma ihtiyacı Amerikan iç savaşı sonrası anlaşılmıştır. Bu sayede hukuk devleti anlayışı kavranmış ve devamında dünyada da uygulanmaya başlamıştır. Ayrıca devlet sistemi insanlık için bir ayraç niteliğindedir. Küçük tarım ve avcılık yapan topluluklar devlet sistemi ile nitelendirilemezler. Bunun nedeni devlet oluşumundaki politik gücün merkezileşmesi, toplumsal değişim ve gelişim süreçlerinde yeni dinamikleri ortaya çıkarır.
Devlet kurumunun oluşmasında yol açan etkenlerden biri de tarım devrimidir. Özellikle Asya Topluluklarında, toplum üzerindeki devlet olgusunun oluşmaya başladığı görülür.
Devletin tanımını tarih boyunca pek çok kez değiştiğini ve geliştiğini görmekteyiz. Örneğin Platon devleti birlikte yaşama zorunluluğundan doğan şeklinde tanımlarken Aristo ise doğal bir oluşum olarak görmüştür. Hobbes, herkesin herkesle savaşını sona erdirmek için ortaya çıktığını dile getirirken Cicero hukukun sonucu olarak nitelendirmiştir. Hukuki açıdan devlet unsurlarından yola çıkılarak tanımlanır. Buna göre devlet insanlık egemenlik ve ülke unsuru olarak 3 maddede incelenir.
İnsan unsuru: Kısaca belirli bir alanda birlikte ve çeşitli bağlarla ortak yaşama iradesi gösteren topluluk olarak tanımı yapılabilir. Bu tanımı yapabilmek için alt ve üst sınır bulunmamakla birlikte millet unsurunun kurulabilmesi manevi bağların oluşumu ve birlikte yaşama iradesinin ortaya konulması yeterli olacaktır.
Egemenlik Unsuru: Devletin esas kurucu unsurudur. Bir topluluğun üstün bir irade etrafında toplanmasıdır. Egemenlik, ülke içinde meşru gücü ifade ederken uluslararası ortamda bağımsızlığı simgeler.
Ülke Unsuru: Ülke, coğrafi olarak bir bütünü teşkil eden kara parçasıdır. Devletin sınırları belirli olmalıdır.
Buradan da anlaşılacağı üzere gelişmiş bir toplum yapısı için devlet oluşumu şarttır. Bunun yanında devlet unsurlarının toplumun refah düzeyini ve ülkenin bekasını gözetmesi gerekmektedir.