“İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.” Çoban, beklenmedik bu sözle bulunduğum yerde durup düşünmemi sağladı. Daha birkaç dakika önce tanışmıştık bu sıra dışı yabancıyla ancak ondan öğrendiğim çok şey vardı. Düşünmeyi mesela. Şehirdeki hal yerinde kavun karpuz satarak ailemin geçimini sağlarken düşünmeye çok zamanın kalmıyor sanırım. Hayal etmek konusunda çok iyiyimdir. Her gece, o tozlu kapıdan çıkarak gittiğim, metalik ay ışığı altında parlayan çiçeklerle dolu bahçede uzandığımda tüm kaygılarım bir bir yok oluyor. Varsıl, toz pembe ve akıl almaz derecede güzel bir diyara gidiyorum sanki. Ama bugün, gerçeğin bile aşırısına kaçmış, varoluşsal sıkıntılı bir çiftçiydim. Doğrusu bu canımı sıkmıyor değildi, hepsi o çoban yüzünden. En yakın zamanda, aklımdaki soru işaretlerinin cevap bulup daha çok beynimi kemirmemesi için çobanı bulacaktım. Lakin şu an daha büyük dertlerim bulunmakta.
Su kemerindeki gezintim boyunca dere yatağına baktım. Açıkçası, bu yıl suyumuz az olacak ve pirinç yiyemeyeceğiz. Bu bizim kasabamıza büyük bir zarar demek aslında. Endüstri, tarım, ilaçlar… Burada hepsinde pirinç kullanılır. Söylentilere göre köyümün eski, dev tarım potansiyelinden artık ne bir iz var ne de ilerleme… Kat ve kat büyüyebilecek yerleşim yerimiz su meselesi yüzünden ne hale geldi. Ben istemez miydim gelişmiş bir kentte okul okuyup ilimle uğraşmayı? Doğrusu neydi o kanatlı metal yığınının adı? Şehrime onları tanıtıp bir tanesini uçurmak isterdim. En büyük hayalim olmuştu çocukluğumdan beri.
“Ne o gavur gibi her sabah her sabah mektebe gitmek?”, “Para isterler orda, git sebzeleri sat sen.” gibi pek çok söz duyarım. Roketler, uçaklar hayal, hayaller ise rüya oldu bana. Eğitim alamadım ve işte… Pazarda satıcıyım. Kendi kendime söylenirken içeri aynı çoban tekrar girdi. Bana bir uçak verdi ve uçurdu desem inanmazsınız değil mi? Öyle de olmadı zaten ama en azından onu bulmuştum, gökte ararken yerde… Tüm gün düşündüğüm tek şey kendi yaşamım oldu. Hayatım boyunca bu hayallerin hiçbirini gerçekleştiremediğimi, çobanla konuştuktan sonra fark ettim. Bu saatten sonra da elimden pek bir şey gelmezdi. Ben, kimdim?
Ben belki bir cahildim, belki bir sefil. Bildiğim tek şey ise kendi dünyamın gerçeğinden bir hayli farklı olduğu. Son yıllarda çobanın sözleri daha da anlamlı geliyor. Düşüncelerim bir hayli değişti. Ben ne tam anlamıyla bir serseri ne de bir dehayım. Tam ortada da değilim. Doğmayı, çiftçi olmayı ben seçmedim. Ne yaşarsam yaşayayım, ölmeyi de ben istememiş olacağım. Ama devam edeceğim, hayatım bu “düzen” içinde yol alırken ben frene bastığımda ne elde etmiş olurum ki? Hayal ettiğim ben ile gerçek ben arasında beliren bir figürden ibaretim belki. Yaşadığım köy ne salt ıssızlıktan ibaret ne de metropol kalabalığından. Her şey, olduğu gibi, sahip olduğu frekansla güzel. Her şey, Dünya’daki gibi güzel.