Deniz ve Mehtap

Güneş yine bütün asilliğiyle önümde her zamankinden çok parıldıyordu. Hatta o kadar parlaktı ki şezlongumun yanından güneş gözlüğümü almam gerekti. Bulunduğum plajda her taraftan ayrı bir ses geliyordu. Benim için arka plan gürültüsü olan bu seslerin her biri aslında birbirinden farklı birçok hikaye anlatıyordu. O sırada onca insanın arasından gözüme küçük bir kız çocuğu ilişti. Her tanesi bir elmas gibi parıldayan kumlardan bir kale yapıyordu. Gece, kızın saçlarını görse utanır, onun kadar karanlık olmadığı için üzülürdü. O kadar siyahtı ki bu sahilin ortasında ben buradayım diye bağırıyor, sahilin rengârenk ortamıyla bütünüyle bir tezat oluşturuyordu.

 

İleriye baktığımda ise masmavi denizin bütün ihtişamıyla önümde sonsuzluğa uzandığını görüyorum. Ufuk çizgisine baktıkça büyülenmekten kendimi alıkoyamıyorum. Gökyüzünün deniz ile buluştuğu bu nokta çok etkileyici. Çünkü hiçbir zaman ne gökyüzü deniz için aşağı iniyor ne de deniz gökyüzünün katına çıkıyor. Bu sadece bizim bakış açımızdan böyle. Ben ufuk çizgisi hakkında düşünürken ufak bir esinti saçlarımı dalgalandırıyor. Öyle bir esinti ki bu kendinizi onun kollarına bırakıp bütün dünyayı unutmak istiyorsunuz. Sanki gözlerinizi kapasanız bu esinti sizi alıp dünyayı dolaştıracak, sizi özgür kılacak. Ancak bunun mümkün olmadığını bildiğimden gözlerimi açıp gerçek dünyayı selamlıyorum.

 

Yanı başımdaki kitabımı alıyorum elime, tam da sahil havasına uygun bir kitap. Akıcı bir romantik kitap. Okurken kıkırdamaktan kendinizi alıkoyamıyor, yanaklarınızın kızarmasını engelleyemiyorsunuz. Tam kitabıma dalmışken yanımdan çıtırtı sesleri duymaya başladım. Döndüğümde şemsiyemin gölgesine sığınmış, çekirdek kabuklarını tırtıklayan küçük bir serçe gördüm. Serçenin tüylerinin her biri gün ışığında ayrı parıldıyor, kendi renklerini belli ediyordu. Serçe çekirdek kabuklarını biraz daha eşeledikten sonra uçup gitti ve beni tekrar kendimle baş başa bıraktı.

 

 

Orada oturup daha ne kadar kitap okudum bilmiyorum ama kafamı sonunda kaldırdığımda sahildeki insanların çoğu gitmişti. Kalan tek tük insanlar da artık toparlanıyor ve oradan ayrılıyorlardı. Ancak güneş batmaya başlamıştı ve ben günün en güzel saatini kaçırmak istemediğimden kitabımı yanıma koydum ve tekrar denizin beni büyüsü altına almasına izin verdim. Oturup güneşin batışını seyrettim. Mavinin turuncuya, turuncunun ise pembeye dönüşmesini izlemek çok keyifliydi. Sanki birisi eline fırçasını almış ve büyük bir özenle oturup günbatımının her bir dakikasını özenle boyamıştı. Bunu öyle bir yapmıştı ki insan seyrederken her bir sahneyi takdir ediyordu. En sonunda güneş yerini aya bırakmıştı ve etrafa huzurlu bir karanlık çökmüştü. Bazıları güneşin yerine ayın geçmesinin aralarında bir rekabet olduğunu veya anlaşamadıklarını düşünebilir. Ancak ben aralarında birbirlerine karşı bir anlayış olduğunu düşünüyorum. İkisi de kendi zamanlarının ve görevlerinin farkında ve denizin arkasında kayboldukları o süre boyunca birbirlerini selamlıyorlar.

 

 

Artık toparlanma zamanım gelmişti ancak ay ışığı ve onun verdiği huzur sanki daha fazla kalmam için yalvarıyordu bana. Denizin üzerinde o muhteşem mehtabı gördüğüm an ise mehtap hakkında yazılmış bütün o şarkıları, şiirleri anladım ve onlara içtenlikle hak verdim. Bu güzel günü sonlandırıp arabama doğru yürürken bir serçe omzuma kondu, daha önce gördüğüm serçeydi bu. Sanki o da beni uğurluyor, bu güzel gün için teşekkür ediyordu. Ve serçenin omzumdan uçuşunu seyrederken kendimi yine düşüncelerimin arasında buldum.

(Visited 118 times, 1 visits today)