Alışkanlıklar, ilk başta bir silüet gibi görünen ancak zamanla somutlaşarak kişinin bir parçası haline gelen koşullu davranışlardır. Alışkanlıklar, kişide yaşam bulur ve çoğu zaman da kişiyle birlikte ölür. Bu anlamda alışkanlıklar örümcek ağı gibidir. Ağına bir kez yakalandığın an senin bir parçan haline gelir ancak yapıştığın ağda yiyeceğinin konmasını bekleyen bir örümcek mi yoksa hayatının geri kalanını tutsak olarak geçirecek bir böcek mi olacağın seçtiğin alışkanlık ağına bağlıdır.
Alışkanlıklar, hızlı akan hayat nehrindeki akıntıya kasıtlı ya da kasıtsız olarak katılan toprak parçaları gibi yavaşça fark edilerek insanın kişiliğini oluşturur. Bu toprak parçaları nehrin içeriğiyle oynar, nehri zenginleştirebileceği gibi zehirli hale de getirebilir. Ancak o nehrin temizlenmesi için baştan sona incelemek ve en küçük toprak kalıntısının bile kalmadığından emin olmak, samanlıkta iğne aramaktan farksızdır. Amos Parrish de alışkanlıklardan ayrılmanın zorluğunu “Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.” sözleriyle ifade etmiştir. Alışkanlıkların en kötü kısmı ise kendimize taktığımız kelepçeler olmalarıdır. Tutsaklığın hep dışarıdan geleceğini düşünen insan, dışarıdan gelecek kelepçelere her zaman hazır olsa da kendi kendine taktığı kelepçelerden her zaman habersiz olmaktadır dolayısıyla bu kelepçelerin anahtarları unutulmaya mahkumdur.
Alışkanlıklar, tohumların ilk kök saldığı toprakları gibi zamanla benimsenerek kişinin hayatında farklı değerlere filizlenir. Kişinin büyümesi de toprağa ekilen tohumun yeşermesine benzer. Yeşeren tohum, toprakta derin kökler salmaya başlar. Belli bir andan sonra o kadar derin kökler salar ki başka bir toprağa koyulduğunda solarak ölür. Saint Augustinus da zamanla alışkanlıkların bir gereklilik halini almasıyla ilgili “Alışkanlıklar bırakılmazsa zamanla en çok ihtiyaç duyulan şey olurlar.” sözlerini söylemiştir. Alışkanlıklar; bitki için güneş ışığı, hayvan için doğa, insan için su gibi olmaya başladığında süreklileşen bir davranıştan ölümsüzleşen bir ihtiyaç formuna bürünür.
Alışkanlıklar, ilk edinilmeye başlandığında kişinin göldeki bulanık bir yansımasına benzer ancak zaman geçtikçe kendisinin yansıması gittikçe netleşerek kişinin kendisine dönüşür. Gölde netleşen görüntüsüne bakan kişiyle bulanık yansımasına bakan kişi apayrı insanlar olmuş olur. Çünkü birisi alışkanlıklarını kişiliğinde yaşatırken diğeri o davranışla sadece tanışmış olur. Alışkanlıklarını kişiliklerine dahil etmiş insanlar, göldeki görüntüyü ebediyen net ve dönüşümsüz kılmışlardır. Horace Mann da alışkanlıkların kişiye bağlanmasını “Alışkanlık bir halata benzer. Biz her gün onu oluşturan ince iplerden birini dokuruz ve sonunda onu bir daha koparamayız.” cümleleriyle açıklamıştır. Kendimize bağladığımız halatlar zamanla hareketlerimizi kısıtlayarak bizi biz yapan özelliklerimizden ödün verdirir ta ki tek halatlarımız kalana kadar.
Kişi, alışkanlıklara kolayca tutunmuş ancak bırakmaya gelince gereklilik olarak görüp onun ile bir hayat yaşamış. Kısacası alışkanlıklar; insanı kendine tutsak eden, içinde büyütüp yeşerten, insana son halini veren, yavaş oluşup zor bozulan ve demir parmaklıklarını kendisinin yaptığı bir kafestir.