Soğuk hava insanın kemiklerine işliyor, dağda yukarı çıktıkça ciğerlerine inen hava gitgide azalıyordu. Askerler uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra sonunda dağların arasında dinlenme fırsatı bulmuş, zorlu ama sakin bir yolculuk geçiriyorlardı. Yemyeşil sıkı ormanın içerisinden geçerken en öndeki askerlerden birinin aniden duraklaması üzerine ordunun geri kalanı da yavaşladı. Asker sağındaki ağacı işaret edip heyecan içinde bağırdı.
“Hey! Şu ağaca bakın, dallarından bal damlıyor resmen!”
Erzak sıkıntısı çeken ve günün büyük bir bölümünü aç geçiren askerler heyecan içerisinde birbirleriyle bakıştılar. Komutanları önce bu fikre uzak baksa da askerlerinin bu heyecanına kıyamayıp kısa bir süre mola vermeyi kabul etti. Atlarını bağlayıp biraz etrafa bakındıktan sonra diğer ağaçlardan da damladığını görüp dallara adeta üşüştüler. Yaklaşık on dakika sonra komutanları toparlanmaları için bir işaret verdi ancak nafile, tek bir asker bile uzun boylu adama dönüp bakmadı. Adam öfkeyle kendini tekrarladı ancak hiçbiri onu kale almıyordu. Kimileri soğuk toprağa uzanmış ve uykuya dalmış, kimileri ise düşünme kabiliyetlerini kaybetmişçesine etrafta dolanıyordu.
Bir terslik olduğunu anlayan komutan ne yapacağını bilemedi. Bir ağacın dibine çöküp çaresizce askerlerinin kendine gelmesini beklerken uzaktan gelen bir grup insanı fark edince oturuşunu dikleştirdi. Adamın burada yaşayan yerliler olduğunu düşündüğü grup gitgide yaklaşıyordu. Sağ ve sol tarafta duran iki adam birer meşale tutup grubun geri kalanını aydınlatıyordu. En önde ise pos bıyıklı, yaşlı bir adam vardı.
“Siz de kimsiniz? Burada ne arıyorsunuz?”
Komutan temkinli bir şekilde adamları süzüyordu. Ellerinde tuttukları sopalar hayra alamet değildi.
“Ben bu ordunun komutanıyım. Biraz bal yemek için burada mola vermiştik ancak askerlerime bir şey oldu, kendilerinde değiller.”
Etrafa dağılmış askerlere bir göz atan bıyıklı adam derin bir iç çekip başını iki yana salladı.
“Delibaldan yemişler, bal tutmuş bunları. Askerlerini normale döndürebilirim, ancak bir şartım var. Üzerinizdeki her şeyi alacağız, yoksa seni de askerlerini de burada böylece bırakırım.”
Başka çaresinin olmadığını fark eden komutan sıkıntılı bir şekilde iç çekti ve anlaşmayı onayladı. Bunun üzerine adamın arkasındaki yerliler hızla askerlerin etrafına toplanıp eşyalarını almaya başladılar. Her birinin, komutan dahil, iç çamaşırına kadar aldıktan sonra geri çekilip yeniden adamın arkasına geçtiler. Komutan utancını gizlemeye çalışarak adama döndü.
“Artık askerlerimi eski haline döndürür müsün?”
Adam bıyığının altından katıla katıla gülmeye başladı.
“Biraz sabretseydin askerlerin normale dönecekti. Yapabileceğin başka bir şey yok. Bu da sabırsızlığının cezası olsun.”
Komutan utancından kıpkırmızı kesildi. Yerliler gülerek geldikleri yoldan geri gittiler. Komutan bu yenilgiye dayanamayıp ordusunu oracıkta terk etti ve kıyıya doğru kaçmaya başladı. Beş parasız ve çırılçıplak uyanan askerler de utanç içerisinde onun peşinden gitti.
Maçka – Gümüşhane arasındaki dağlarda, Zafinos adlı bitkinin ürettiği bu bal yiyeni sarhoş edermiş, uykuya daldırırmış. Bal tutması adı verilen bu olay nedeniyle bu bala delibal adı verilmiş. O günden sonra canı bal çeken ve merakına yenik düşen herkes de yerlilerin gazabına uğramaya devam etmiş.