Sonunda. Yıllardır uğruna çalıştım, didindim, kafa yordum ve onca emek verip aldım bu şeyi. Aklınızın almayacağı kadar hak yedim; bambaşka birine dönüştüm. Dönüşmek zorunda bırakıldım, daha doğrusu. Üstünden yıllar geçti.
Her sabah uyandığım gibi o sabah da uyandım, dişlerimi fırçaladım, saçımı taradım, elektriklenen aptal saçlarımla uğraştıktan sonra hafif bir makyaj yaptım- bunu söyledim diye aklınızda o okula giderken makyaj yapan kız canlanmasın, inanın ben ondan çok daha fazlasıydım- ve kendimi yatağa fırlattım. Bir sabaha daha lanet okudum beni o boğucu okula gönderip bu uykusuz halimle yapmacık ergenlerle ve kaprisli hocalarla uğraştıracağı için.
Ödevimi evde mi unutmuşum, yanıma yemek mi almamışım, 40 dakika boyunca yoktan yere biri iki kelime etti diye hocaların nutuklarını mı dinlemişim, eğitimimde dramatik bir gerilemeye sebep olan kapüşonumu çıkartmamı kendine vazife bellemiş insanlarla mı muhatap olmuşum, okulumun kızlarının sinsi bakışlarına mı maruz kalmışım, onları kendi sinsi bakışlarıma mı maruz bırakmışım; sınavdan kaç almışım, Ahmet kaç almış, neden 100 değil de 98 almışım, yarın quiz mi varmış…
Gözlerimi açtım, beceriksiz ve acele bir hareketle telefonuma uzandım, uyuyakaldığım korkusuyla. O zaman diliminde zamanın nasıl geçtiğini anlayamazsınız ya hani, saatler mi geçti, yoksa yalnızca bir dakika mı geçti? Bilemezsiniz. Neyse ki saat 07.17’yi gösteriyordu. Yalnızca 2 dakika geçmişti. Oysaki sanki saatlerdir burada gözlerim kapalı düşünüyordum. Yavaşça doğruldum, üstüme kıyafetlerimi geçirdim, iki fıs parfüm sıktım ve çantamı yerden alıp evden çıktım. Şu ana kadar her şey normaldi. Monoton. Alıştığım düzenim.
Sabah ayazı kemiklerime işlemiş, servise bindim. Göz ucuyla gördüm şoförü. Salih Abi değildi, hayır. Siyah takım giyen genç bir adamdı. Üstümdeki yorgunluktan mütevellit, sormaya tenezzül etmedim. İşte bu, düzenimin içine sızıp gözüme çarpan ilk küçük değişiklik, aslında gelen o köklü değişikliğin, bütün dünyanın düzeninin yalnızca bir gecede değişmesinin habercisiydi. Birisi bana böyle bir şey olacağını söyleseydi imkansız derdim. Daha kötü olabilir mi dersiniz ya, olabiliyormuş.
Aylar geçmişti. Artık bildiğim bir dünyada yaşamıyordum. Kısaca anlatmak gerekirse, bambaşka bir düzen gelmişti. Yeni bir dünyadaydık, geçmişe ait her şey teker teker, özenle silinmiş. Yetişkinler yoktu, hiçbiri, sanki yer yarılmış da içine girmişlerdi. Sil baştan istedikleri gibi yetiştirebilecekleri çocukları bırakmışlardı. Peki bu nasıl olmuştu, kim yapmıştı? Bir büyü ters falan mı gitti? Ya da aslında o ana kadarki hayatım bir rüyadan ibaret miydi? Belki de kaybolduğunu sandığım hiçbir şey aslında yoktu, değiştiğini sandığım her şey başından beri böyleydi. Asla cevabını bulamayacağım sorulardı bunlar. Bulamadım da. Sonsuz bir cevap arayışında kayboldum. Değiştim. Dünya düzeni beni değiştirdi. Bana kötü olmayı öğretti. Bu korkunç dünyadan bir çıkış yolu vaat ettiler. Yeterince kredi toplarsan, özgürsün.
Kurtuluş için tek yapman gereken sistemin ideal olarak tanımladığı kişi olmandı. Bu hayatta ya avcısındır, ya av. Bizden avcı olmamız bekleniyordu. Hem de görüp görebileceğiniz en kötü şekilde. Kendini kurtarmak için insanlara iftira attığında, güçsüzleri ezdiğinde, sahtekârlık yaptığında, yalan söylediğinde, insanları kullandığında aldığın kredilerle bu dünyadan kaçış bileti kazanıyordun. İstendiğin kişiye dönüştüğünde gitmekte özgürdün. Ve işte o an, özgürlük için, kendin için, neler yapabildiğini fark ettiğin o an; gerçekte, özünde nasıl biri olduğunun farkına varıyorsun.
Okulda temel matematik, Türkçe, geometri, fizik öğrenmedik. Zekâmızı nasıl kullanacağımızı öğrendik, insanlara karşı, kendimiz zarar görmemek istiyorsak diğerlerini umursamamız gerektiğini, empati güdüsünü bastırıp kimseyi gerçekten dinlememeyi, anlamamayı öğrendik biz.
Tek faaliyet yapan yer okullardı. Ne kafeler, ne hastaneler, ne iş yerleri, ne evler kalmıştı. Hepsi “ o gece “ yok olmuştu sanki. Ya da aslında hiçbir zaman olmamışlardı.
Zaman geçti, hissizleştim, aşağılık bir genç kadın oldum, işimde de en iyilerdendim. Zamanında kendimi kurtarmaya o kadar odaklanmıştım ki aslında kendi kendimi daha derine batırdığımı fark etmemişim. Sistemin kölesi olmuşum, sisteme karşı çıkıp insanlığını kaybetmeyenleri ezdikçe yükselmişim, gömdükçe takdir edilmişim, kandırdıkça terfi etmişim, hak yedikçe zenginleşmişim. “Ama başka ne yapabilirdim ki, ben yalnızca kurallara uydum.” temennisinden başka kendime söylediğim bir şey olmadı. Pişman da olmadım ve değilim.
Ben yalnızca yapmam gerekeni yaptım. Avcı olmayı seçtim.
Şu an, elimde o kapının kartı, duruyorum. 20 sene sonra buradayım. Belki de 1 dakika ilerde hayatımın dönüm noktası. Bir “bip” sesine bakıyor hayatım. Belki de hepsi bir kandırmaca. Bütün olay da bu değil miydi zaten? Asıl dolandırıcılık buydu ve ben kaybettim, avlanan bendim.
Düşünerek bir yere varamayacağımın bilincine varıp kapıya yaklaştım. Küçücük bir kapıydı. İçinden nasıl geçeceğim hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı kadar küçük. Yalnızca dizime kadar geliyordu. Kapıya doğru eğilip kartı okuttum.
“biiiiip”
***