Kalın gövdeli ağacın altında otururken kafamın üzerinden uçup giden çiçek yapraklarının havada süzülüşünü izledim. Gökyüzü şeffaf bir mavi, önümde metrelerce uzanan çimenlik alan ise yemyeşildi. Evden buraya nasıl gelmiştim? Biraz panik olmama yol açan aklımda aniden beliren bu düşünce geldiği kadar hızlı yok oldu, umrumda değildi ve çoktan unutmuştum. Ağaç dalları arasından sıyrılıp yüzüme vuran güneş ışığı içten içe sımsıcak hissetmeme neden oluyordu ve bu yüzden gülümsemeden duramıyordum. Destek için yanlarıma koyduğum ellerimden bir tanesini havada tam güneşin olduğu yöne doğru kaldırıp ışığı engellemeye çalıştım fakat çabalarım boşunaydı, gözlerimi kapatıp tenimdeki sıcaklığın tadını çıkardım. Çok zaman geçmeden tanıdık bir ses duydum ve kafamı sesin geldiği tarafa çevirip tek gözümü araladım. Aklımda buğulanmayan tek detay oydu, iki elinde sıkıca tuttuğu dondurmalarla bana doğru koşuyordu. Umarım fazla bekletmemişimdir, derken yüzünü kaplayan her zamanki gülümsemesi en ince detayına kadar zihnime kazınmıştı sanki.
Dondurmalarımız bittikten sonra onun apartman dairesine geçtik. Kendi evimden daha iyi bilirdim onun evini, duvarlarındaki tablolarını, bütün yorganlarının desenlerini, tuhaf ve geniş kar küresi koleksiyonunu… Hep yaptığı gibi elindeki poşetleri bile bırakmadan kitaplığının başına dikildi. Ayakkabılarımı çıkarırken onun dikkatle kitaplarını karıştırışını kapıdan izledim. Her hafta en az iki defa yapardı bunu, kitaplığından hoşuma gidebileceğini düşündüğü birkaç kitap verirdi bana. İlk başlarda kitapları nasıl bulduğumu sorardı ve ben de mahçup bir şekilde türlü mazeretlerimden birini geveleyip onları geri verirdim. Bir süre sonra bana soru sormayı bıraktı ancak hiçbir zaman kitaplarını bana vermeyi bırakmadı. Bu huyu, neden olduğunu anlayamasam da beni gerçekten etkilemişti ve bu yüzden ona sonsuza kadar açıklayamayacağım bir minnet duygusu besleyecektim. Kendisi, kitap okumaya olan ilgisizliğime karşı nefretini dile getirmekten hiç çekinmezdi. ‘Sadece sevdiğin bir kitap bulmadın, kitap okumaya devam et bir gün anlayacaksın’ diye tuttururdu. Ben de gülümseyip kafamı sallardım. Eve gidip bana verdiği kitapların kapaklarıyla bakışıp dururdum, kendimde ona gerçeği anlatacak cesareti bulamazdım. Ona diyemezdim ki. Her sayfa çevirişimde kendimi boşlukta buluyorum, sanki kitabı okumaya o sayfadan başlamış gibi afallayıp oflaya puflaya kitabı kapatıyorum; diyemezdim işte. Sanırım zaman geçtikçe daha da kötüleşiyorum.
Anneannemin çatı katında bulduğum defterin ilk sayfasında bunlar yazılıydı, unutmak istemediği için yazdığı belli olan bu defter bir kutunun üstünde duruyordu. Altındaki kutuyu yakından incelemek için yere çömeldim. Üstünde neredeyse hiç toz olmayan bu sandığı andıran kutu etrafındaki herşeye göre daha yeni görünüyordu. Bu kutuyla ilgili beni şaşırtan tek şey elle boyanmış yeşil renginin solmuş olmasıydı, eğer bütün bu zaman çatı katındaysa nasıl olur da onlarca yıl güneşte kalmış gibi solgunlaşmıştı? Elimi kutunun üzerinde gezdirdikten sonra dikkatlice kilidini açtım. Gözüme ilk çarpan şey kutunun içinde yan yana duran, altlarında ne varsa kapatan eski bir kağıt ve dedem ile anneannemin çerçevelenmiş bir fotoğrafıydı. Kağıdı yavaşça aldım ve okumaya başladım. Dedemin düzgün el yazısıyla yazılmış, ölümünden hemen önce bıraktığı bir vasiyetti bu. Dedem, her gün anneanneme bu kitaplardan bir tanesinin verilmesini istemişti. Kaşlarımı çattım, biraz şaşırmıştım açıkçası. Anneannem kitap okusa da hiçbir şey hatırlayamazdı. Okumaya devam ettiğimde bütün şalkınlığım yok oldu. Bu kitapları görünce geçmişi hatırladığı için huzurlu hissediyormuş bu sayede de ilaçlarının acısını o kadar çekmiyormuş anneannem.
‘’Sizden tek isteğim bu. Ben gittiğimde ona iyi bakın ve çok çabuk peşimden gelmesi gerekmediğini tembih edin. Ben sabırlı bir adamım!’’
Bir an duraksadım, dedemin son isteği buysa neden anneanneme sözü geçen kitapları vermiyorlardı? Kaşlarım yeniden çatıldı ve kağıdı yanıma koydum. Artık sandığın içinde ne olduğunu açıkça görebiliyordum, bir yığın kitapla dolup taşıyordu. Dedemin bahsettiği kitaplar bunlar olmalıydı. En üstte duran bir tanesini elime aldım ve ilk sayfasını açtım, burada da dedemin anneanneme yazdığı bir not vardı. Diğer kitapların her birinde de buna benzer fakat farklı notlar yazılıydı, kendimi gülümsemekten alıkoyamadım. Bu notları okurken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış olacağım ki bir anda annemin bana yemeğe gelmem için seslendiğini duydum. Kitapları yere bırakıp defterin son sayfasını çevirdim. Buradaki yazılar neredeyse okunamayacak kadar dağınıktı, son sayfasında yazılı olanlar ise;
‘’Gözlerimi yatağımın önünde duran masanın üstündeki çerçevelenmiş küçük resimden alamıyorum. Birilerini konuşurken duydum, meğer zihnim bana bir oyun oynuyormuş. O artık yokmuş. Ancak şuan hissettiğim acının bir anlamı yok çünkü bu defteri kapadığımda her şeyi yeniden unutacağımın farkındayım. Notlarını çok özleyeceğim.’’