Yine annemin zoruyla istemediğim bir yere gidiyordum. Gerçekten nasıl bu duruma tekrar düştüğümü bilmiyorum, en son bu konu hakkında kavga ediyorduk ve şimdi arabanın camından gidiş yolunu izliyordum. Bu sefer konu biraz farklı ve yolumuz daha da uzundu. Kimsenin bilmediği fakat bize ait olan bir mülkiyet ortaya çıkmıştı. Babam dedemin eski evi olduğunu düşünüyordu bu yüzden de gelmek istememiştim.
Eve vardığımızda karşımızda eski püskü bir ev duruyordu. Babam yanına aldığı anahtarla kapıya koştu. Dedemin sağken başka bir evi olduğu söylentisini duymuştuk ama kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Hepimiz meraktan adeta evin içine daldık ve etrafı karıştırmaya başladık. Burası kesinlikle onun eviydi. Annemle babam mutfağa bakarken ben de çalışma odası olduğunu düşündüm bir odaya girdim. Çürümüş kitaplıklarda, rengi solmuş masanın üzerinde, yerlerde, hatta yatağın üzerinde bile eski yeni bir sürü kitap vardı. Birde diğer mobilyalara kıyasla çok iyi bakılmış sedef kakmalı kocaman sandık. Dikkatlice kapağını kaldırdığımda ilk karşılaştığım şey ince bir iple birbirine bağlanmış mektuplar oldu. Biliyorum açmamam gerekirdi ama o anın kafasıyla en üsttekini açıverdim. İnci gibi bir yazıyla söyle yazıyordu;
Sevgili Rıza,
Görüşmeyeli kaç sene oldu biliyorum lakin kendimi devamlı seni ve Ahmet’i düşünürken buluyorum. Umarım ikinizin de sıhhati yerindedir. Lakin bu mektubu yazmamın sebebi sana senelerdir söylemek istediğim bir mevzudandır.
Hatırına gelir mi, seneler öncesinde annemlerle sizin yanınıza, Ankara’ya ziyarete gelmiştik. Biz o zamanlar herkes gibi çok fakirdik. Köyümüzdeki kimsenin bayat ekmekten başka parasının yettiği bir şey yoktu. Herkes kazandığı beş kuruşun büyük bir bölümünü vergi olarak veriyordu. Ben o zamana dek hiç köyümden ayrılmamıştım ve sizi göreceğim için çok heyecanlıydım. At arabasıyla ancak bir günde gelebilmiştik lakin heyecandan gözümü bile kırpmamıştım. Ankara köyümüze nazaran bana fazlasıyla muasır geliyordu. Evinize gelirken etrafı dikkatlice izliyordum ki döndüğümde arkadaşlarıma anlatacak hikayelerim olsun. Lakin etrafa Türk bayrakları asan insanlara bakarken ertesi gün nelere tanık olacağım aklımdan bile geçemezdi.
Annen bize beraber uyuyalım diye yer yatağı sermişti ve uyumadan önce yarın yapacağımız şeylerden bahsettik. Yol yorgunluğundan uyuyuvermiştim. Ertesi sabah geç saatlerde dışarıdan gelen seslerle uyandığımı hatırlıyorum. Siz çoktan kalkmış ve pencerenin başında merakla dışarıyı izliyordunuz. Dışarıda ne olup bittiğini öğrenmek için dışarı çıkacağımızı söyledin. Aceleyle giyinip seslerin geldiği yönün yolunu tuttuk. O yönden gelenlere sorduk lakin nafile, kimse ne olduğunu bilmiyordu. Yolun sonu Meclise ve onun önündeki muazzam topluluğa vardı. Yüzlerce insan bir arada bir şeyleri bekliyor gibiydi. Baban hemen gidip bir adama neden burada toplandıklarını sordu ve adam ‘’Mecliste ‘Cumhuriyet’ görüşmeleri yapılıyormuş. ’demişti. Sen o zaman bile yaşına göre fazla ferasetli olmuştun. Seni gıpta ettiğimden senden daha bilgili durmaya çalışıyordum. İşte çocuk aklı. Bana adamın dediğini anlayıp anlamadığımı sorduğunda hiç düşünmeden ‘tabii ki’ demiştim.
Ben cumhuriyet sözcüğünü anlamamış ve kalabalığın sebebini de öğrenememiştim. Lakin insanların gülüşmeleri ve heyecanları beni çok etkilemişti ve bir anda ben de ne olduğunu bilmediğim bir şeyi beklemeye başlamıştım. Saniyeler, dakikalar, saatler geçti fakat kalabalık hiç yorulmuyor adeta bayram havasında bir şeyi kutluyordu. Hava iyice kararmış, akşam ezanı okunmuştu. Bir anda meclisin yanına yerleştirilen sonradan fark ettiğim toplardan mürtefi bir ses yükseldi. Herkes afallamış bir şekilde etrafına bakıyordu ki dışarıda bulunan kürsüye Atam ayak bastı. Onu kanlı canlı bir şekilde ilk defa görüyordum ve istemsizce gözümden yaşlar akmaya başladı. Masmavi gözleri anlam veremediğim bir şeklide berhudar bakıyor ve sesi insanın yüreğinde hissediliyordu. Tek bir kelimesini anlamaya çocuk hafızam yetmese bile Atam konuşmaya başladığı andan itibaren onu pür dikkat dinledim ve onunla beraber güldüm. Konuşması sona erdiğinde etrafı bir bayram havası sarmış ve birbirimize sevinçle sarılmıştık. Senin neşeni anlamıyordum lakin mühim bir hadiseye şahit olduğumun farkındaydım. O günün akşamı ve ertesi gün boyunca hayatımda hiç eğlenmediğim kadar eğlendim ve köyüme döndüğümde herkese anlatacak bol bol hikayem oldu.
Birkaç ay sonra köyümüze görevlilerin gelmesiyle yepyeni binalar ve daha sonrasında da bir mektebimiz oldu. Öğretmenim o gün yaşananları anlamamda çok büyük katkıda bulundu ve şimdiki mesleğimi seçmemde ilham kaynağım oldu. O gün nelere tanıklık edebildiğimi, ülkemiz için ne kadar önemli bir adım atıldığı ve Atamızın yaptığı fedakarlıkları ancak şimdiki aklımla kavrayabiliyorum.
Bana sorduğunda idrak edemediğimi muhakkak ki fark etmiştin lakin bir de kendim beyan edeyim istedim sana.
Sağlıcakla kal,
Muhterem.
Yanağımdan süzülen yaşın mektuba damlayana dek farkında değildim. Şu sıralar değeri bilinmese de Cumhuriyetin ilanından 100 yıl geçmiş olmasını insan tam anlamıyla kavrayamıyor, sadece bir rakam gibi geliyor fakat bu mektubu okuduktan sonra o yüz yılın içindeki her ekimi yaşamışım gibi hissettim.