Bir sonbahar sabahıydı. Çoğu insan sonbaharın hüzünlü bir mevsim olduğunu düşünse de benim için çok mutlu geçiyordu. Her sabah uyandığım an pencereden bakıp o güzel turuncu yapraklarla kaplı dar yolu, yanındaki oturma yerlerini ve kırmızı kiremitten çatılı minik evleri görmek adeta içimi ısıtıyordu. Burası benim köyümdü. Annem, babam ve kardeşimle küçük bir dünyamız vardı ama kardeşim bu dünyanın içine sığamıyordu. O da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu. Bu yüzden bu akşam dedemin gelecek olması onu mutluluktan havalara uçuruyordu. Tabii beni de mutlu ediyordu çünkü her geldiğinde yaşadığı başka bir olayı anlatırdı.
Dedem bir kaşifti zaten bu yüzden anılarını dinlemek çok eğlenceliydi. O tahtadan yapılmış çok rahat olan ama pek de rahat değilmiş gibi görünen sallanan sandalyemize oturur, biz de kardeşimle etrafına toplanır minderlere otururduk. Bazen sadece anlattıklarını dinler, bazen de o anlatırken olayları canlandırırdık. Her iki şekilde de çok zevk alırdık çünkü anlattığı anıyı adeta biz yaşıyormuşuz gibi hissederdik. Kardeşimle köyümüzden hiç çıkmamış olduğumuz için dedemin anlattıklarını benzetmelerle pekiştirerek kendimizce bir hikaye haline getirirdik. Ama tabii ki annem boş oturup dedemi beklememize izin vermedi. O gelene kadar kardeşime dökülen yaprakları tırmıklamasını, bana da yeni aldığı fidanları dikmemi söyledi. Biz de hemen bahçeye gittik. İşlerimiz tamamen bittiğinde kardeşim bir koltukta ben bir koltukta sanki bayılmış gibi yatıyorduk, bizi gören herkes artık pestilimizin çıktığını anlardı. Tam o anda zilimiz çaldı. Dedem gelmişti, o kapıdan girer girmez ayağa dikildik sanki biraz önce hiç iş yapmamışız gibi enerjiyle doluyduk. Biz tam minderlere koşacakken annem içeriden “Önce yemek!” diye bağırdı. Biz de aynı anda dedeme sarıldık, onu da alıp masaya geçtik. Kardeşim dedeme “Bize yeni maceralar getirdin mi?” diye sordu. Dedemin cevabı ise “Bekleyin göreceksiniz.” oldu. Biz sabırsızlıkla yemeğimizi yedik ve minderlere oturduk. Ama dedem sandalyeye yerleşmedi onun yerine bize “Dışarı çıkıyoruz.” dedi. Onun bu cümlesiyle kardeşimi dışarda görmem bir oldu sanki ışınlanmıştı. Tabii o benden daha heyecanlıydı, bu bir ilkti sonuçta. Dedem bize iki bilet uzattı biri de kendisindeydi. Bunlar tren biletleriydi, çok mutluyduk yeni bir macera vardı önümüzde. Köyümüzün yakınındaki istasyondan trene bindik. Dedem anlatıyor, biz dinliyorduk aynı zamanda da dışarıyı izliyorduk. Şu an için bir sürü dağ vardı. Ama onlar bile büyüleyiciydi çünkü üzerlerindeki ağaçların yaprakları sararmış ve dağlarda yarı sarı yarı turuncu bir görüntü oluşmuştu. Dağlar bitip deniz göründüğünde dedemin de sesini duyduk. “Burada iniyoruz.” dedi. Tam o anda tren ani bir şekilde durdu ve indik. Karşımızda masmavi dalgalı bir denizden başka hiçbir şey yoktu. Ne yapacağız diye düşünürken dedemin “Gemiye biniyoruz.” demesiyle peyda olan gemiye bindik. Oradan da bir adaya vardık. Dedemin anlattıklarını aktarayım: “Bir adaya geldik. Suyumuz ve yemeğimiz yanımıza hiçbir şey almadığımız için yoktu ki bu davranışımız büyük bir hataydı. En azından elimizde bir harita vardı. Tek sorun haritayı incelediğimizde olduğumuz yerin deniz olması gerekiyordu ama göründüğü üzere ağaçlarla kaplı bir adadaydık. Üzerinde geldiğimiz gemi artık görünmüyordu. Aslında merak edip buraya inmeseydik hala sağ salim gemide olabilirdik. Ah o merak yok mu, insanı bitiriyor neyseki bu durumda güzel bir şeye de vesile olduğu söylenebilirdi. Çünkü buradan kurtulursak yeni bir ada keşfetmiş olacaktık, buraya kendi aramızda bir isim bile verebilirdik.” Dedemin bu dediklerinden sonra kardeşim “Yeni bir yer mi keşfettik? Emin misiniz? Bunları herkese anlatacağım, buradan kurtuluruz değil mi?” diye arka arkaya sorular sormaya başladı. Bense sadece bu konuşmayı dinlemekle yetindim. Sonrasında dedemin aklına cebinden çıkardığı çakmakla haritayı yakma, çıkan dumanla da yakından geçenlerin dikkatini çekme fikri geldi. Aslında işe de yaradı. Artık bir yelkenlideydik, eve gidecektik ve üstüne üstlük yeni bir yer keşfetmiştik. Tam o sırada kardeşim “Bir şey unuttuk!” diye bağırdı. Ne olduğunu sorduğumda, dedeme bakarak “Bulduğumuz adanın ismini koymayı unuttuk.” dedi. Dedemse adaya isim olarak bizi temsil etsin diye soyadımızı verdiğini söyledi. Biz de onayladık çünkü bu fikir kardeşime de bana da çok mantıklı gelmişti. Kardeşim çok mutluydu sonunda hayali gerçek olmuştu, yeni bir yer keşfetmişti. Dedemin yüzünde ise tatlı bir tebessüm vardı.
Tam o anda annemin sesi geldi, bizi geri içeri çağırıyordu. Böylece bugün de dedemin bir anısını hikayeye dönüştürmeyi başarmıştık ve bunu da mutluluğumuzu hiç kaybetmeyerek, sadece dinlemeyip yaşayarak yapmıştık. Yani dedemle birlikte gerçekten de yeni bir ada keşfettiğimizi hissetmiştik. Bu da bize yeter de artardı zaten.