Bir kış akşamı evimizin salonunun yola bakan penceresinden dışarıyı izliyordum. Kar taneleri gökten pamuk şekeri gibi yağıyordu ve sokak lambasının hizasına geldiklerinde ise birdenbire büyüyüp belirgin hale geliyorlardı. Bu büyüleyici gösteriyi izlerken annemin fırında pişirdiği kestanelerin kokusu burnuma ulaşmıştı. Arkadaşlarımın bir kısmı kar topu oynarken bir kısmı da kocaman bir kardan adam yapmak için işe koyulmuşlardı. Kestanelerimi yiyip sıcak bir çayla içimi ısıttıktan sonra dışarı çıkmaya hazırdım artık. Geriye annemden izin almak kalmıştı sadece. Anneme dışarıya çıkıp arkadaşlarımla oynayabilir miyim diye sorduğumda annemin cevabı kısa ve netti: Hadi çıkalım! Dışarıya çıktık ve elbiselerimiz sırılsıklam olana dek karın tadını çıkardık.
Ama artık eve dönmemiz gerekiyordu yoksa önümüzdeki günleri hasta olarak geçirebilirdim. Annem evimizin kapısını açmıştı. Kapının önünde botlarımızı, elbiselerimizi temizlemek için biraz oyalandık. Kapı bir iki dakika açık kalmıştı. Annem içerisi soğuyacak hadi acele et diye seslendi. İçeri girdiğimizde bir sürprizle karşılaştık ve çok şaşırdık. Soğuktan korunmak için ısınacak bir yer arayan ve kapının birkaç dakika açık kalmasını fırsat bilen bir köpek yavrusu içeri girmişti. Annem önce onu eve almamamız gerektiğini, evin kirleneceğini düşünse de saniyeler içinde bu köpek yavrusunun tatlı bakışlarına teslim olmuştu .
Evet artık bir davetsiz misafirimiz vardı. Salonumuzun baş köşesine kurulmuştu tatlı misafirimiz ve gitmeye hiç de niyeti yok gibiydi. Ona davetsiz misafir, tatlı misafir veya köpek yavrusu demek olmazdı artık, bir isim bulmalıydık. Ne de olsa süresi belli olmasa da aynı evi paylaşacaktık. Umarım annem onun bizimle uzun süre kalmasına izin verir diye düşünürken ismini de bulmuştum. Evin içine girmesine rağmen hala titriyordu. Adı Titrek olmalıydı. Onu hemen kalın bir battaniyeye sarıp karnını doyurduk. Karnı doyar doymaz derin bir uykuya daldı. Belli ki çok üşümüş ve çok yorulmuştu. Onu rahatsız etmemek için ışıkları söndürüp diğer odaya geçtik hemen.
Ertesi sabah erkenden uyanmıştım, sabahı zor etmiştim zaten. Titrek’i görmek istiyordum. Onunla oynamak onu sevmek istiyordum. Yanına gittiğimde beni büyük bir sevinçle karşıladı. Kavuştuğu rahatlık ve bize olan minnet duygusu yüzüne mutluluk olarak yansımıştı sanki. Artık bizimle yaşayacaksa gerekli bakımlarını yapmalıydık. Hemen banyoya soktuk ve bir güzel yıkadık onu. İyice kuruduktan sonra da veterinere gitme vakti gelmişti. Veteriner aşılarını ve gereken diğer tedavilerini uyguladı. Eve döndüğümüzde artık hiçbir eksiği kalmamıştı Titrek’in.
Günler haftaları, haftalar ayları izledi. Titrek’le çok güzel günler geçiyorduk, evimizin maskotu haline gelmişti bu davetsiz misafir. Davetsiz misafir dediysem misafirliği de kalmamıştı artık. O başlardaki misafir çekingenliği gidivermişti üzerinden, evimizin bir parçası olmuştu. Hem de en tatlı parçası.
Artık ilkbahar gelmişti. Ağaçlar yeşillenmiş doğa uyanmaya başlamıştı. Bir cumartesi sabahı uyandım ve her sabah yatağımın başında beni bekleyen Titrek’in o sabah odamda olmadığını fark ettim. Hemen salonu ve diğer odaları gezdim, oralarda da bulamadım. Anneme sorduğumda verdiği cevapla dünyam başıma yıkıldı. Titrek evden kaçmıştı. Çok ağladım, çok üzüldüm. Annem onun dışarıda daha özgür daha mutlu olduğunu, böylesinin onu daha mutlu edeceğini düşündüğü için kaçtığını, yardıma ihtiyaç duyduğunda mutlaka bize sığınacağını anlattı ve beni üzülmemem için ikna etti. O günden sonra da Titrek’i bir daha görmedim.
Ben artık küçük bir çocuk değilim ve Titrek de yavru bir köpek değildir. Ama pencerenin önünde kar yağışını her izlediğimde düşer Titrek aklıma. Nerededir, ne yapıyordur, iyi midir diye düşünüp dururum yağan karı izlerken. ve her kar yağdığında birkaç dakika açık bırakırım kapıyı, belki davetsiz misafirim evinde uyumak ister diye.