“Kızım aç işte şu telefonu”
Hayır anne yapamam diye bağırmak istiyordum.Korkuyorum hem de çok korkuyorum verecekleri tepkiden, bana olan duygularından, hayatlarımızda bir şeylerin değişeceğinden ama en çokta ondan korkuyorum. Onun vereceği tepkiden, bana olan sinirinden, hislerinin değiştiğini duymaktan çok korkuyorum. Şimdi siz ne olduğunu soracaksınız değil mi? Yalnız olayları anlatmam çok uzun sürer ama kısaca açıklamak gerekirse KAÇTIM! Daltonların en küçüğü olan ben onları terk ettim. Başımız büyük bir derde girmişti, çok şey yaşadık. Çok koştuk, çok yorulduk ama yarışı biz kazandık. Peki sonunda ne mi oldu?! Daltonlar darmadağın oldu. Dört kişilik daltonlar artık üç kişiler, belki aralarına başka birisi katılır da yerimi doldurur. Peki bunu gerçekten istiyor muyum? Hayır ama bencillik edemem çünkü onları bırakıp giden benim ve onları onların iyiliği için bırakıp gittim diye onlardan bunu isteyemem! Onların boşluğunu kim dolduracak derseniz cevabım: Kimse. Onların özelliklede onun yerini kimse dolduramaz. Elbet bir gün unuturum diye kendimi kandırmak istiyorum ama olmuyor, onları unutamıyorum hele de onu hiç unutamıyorum. Neyse şimdi dönelim günümüze, Barın ısrarla her gün saat başı arıyor ama ben ısrarla açmıyordum. Yaklaşık bir aydır Eskişehir’de yaşıyorduk babamın iş teklifini kabul etmesi üzerine kimseye haber vermeden buraya taşındık. Taşındığımızdan beri, Barın, Emir ve Mert beni her gün arıyor ben onları engelleyince de başka hatlar üzerinden şanslarını deniyorlardı.Barın’ın şimdiye kadar bana ulaşması ve kapımıza dayanması gerekirdi ama bunların hiçbiri olmamıştı. Ben bunları düşünürken annem çoktan yanımdan ayrılmıştı. Tahminimce mutfağa gitmişti, tam odama çıkacakken annem marketten alınması gereken şeyler olduğunu gidip onları almamı söyledi. Bir de belki yeni birileri ile tanışırsın, diyerek kendince bana moral vermeye çalıştı. Market listesini elime alıp evden dışarı çıktım. Markete gitmem beş dakikamı almıştı çünkü market bizim sokağın hemen başındaydı. Alınacakları alıp marketten çıktığımda bunları nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. Zaten son bir aydır stresten fazlasıyla kilo vermiştim, en son bu kiloya on beş-on altı yaşlarımda sahiptim, bir deri bir kemik kalmıştım annemin değişiyle. Poşetler o kadar ağırdı ki kollarım birazdan iki yandan kopacak gibi hissediyordum.
Ne olduğunu anlamadığım bir şekilde poşetlerin ağırlığı bir an da yok oldu. Acaba kollarım mı koptu diye kafamı aşağı indirdiğimde kollarımın sağlam olduğunu görmek beni fazlası ile mutlu etti fakat poşetlerin hafifleme kaynağının başka eller olduğunu görünce hızlı bir şekilde başımı kaldırıp ilk sağıma sonra soluma baktım. Sağ tarafımda Emir sol tarafımda Mert duruyordu. Ben onlara şaşkın şaşkın bakarken emir konuşmaya başladı: “naber Zeyno? Nasılsın? Nasıl geçti bizsiz tatilin?” Emir hiçbir şey olmamış gibi otuz iki diş gülümseyerek bana bakıyordu. Mert Emir’e ‘biz seninle nasıl arkadaş olduk ya!’ bakışı attıktan sonra bana döndü ve sen dönmeyince biz sana döndük Zeynep, dedi. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve sonunda dayanamayıp bir kolum ile Emir’e bir kolum ile de Mert’e sarıldım. Ben onlara boğarcasına sarılırken bir aydır hasret kaldığım o sesi duydum: aslında biz seni evine geri götürmek için geldik, diyordu o ses. Evet o sesin sahibi Barın’dı.Yavaşça arkamı döndüm benden on adım uzaktaydı, beynim kal derken kalbim git diyordu, ayaklarım ilerlemek istiyordu ama kitlenmiştim. Ben beynimle kalbim arasında savaş verirken onun kalbi ve beyni çoktan savaşmış, kalbi galip gelmişti. Bende o andan sonrası yok. Daltonlar kavuşalı dört gün oldu ve biz bu dört günde ilk defe beraber dışarı çıkacağız. Üç gün boyunca üçünü de bir şekilde atlattım ama artık bir yalan bulamıyorum, gerçi daha öncesinde bulduğum yalanlara da inanmamışlardır ama olsun. Şimdi de beceriksizliğimin cezasını çekiyorum. Aslında onları görmek çok istiyorum ama bir o kadar da çekiniyorum. Üstümü giyinip biraz makyaj yaptıktan sonra buluşacağımız yere doğru yola çıktım. Yol boyunca onlarla birlikte yaşadığımız olayları düşündüm sonra ailem ile buraya kaçışımızı, onları ne kadar özlediğimi…
Bunları düşünürken buluşacağımız kafeye gelmiştim bile. Kafenin kapısından içeri girdim, etrafa göz attıktan sonra bizimkilerin kafenin en köşesinde oturduklarını gördüm. Onlara doğru ilerlemeye başladım. Yanlarına vardığımda boş olan sandalyeye yani Barın’ın yanına oturdum. Dördümüzde çok gergindik ama Barın tüm bu gerginliği bir kenara atıp bir aydır içinde tuttuğu her şeyi kusmaya başladı. “nasıl yaparsın bunu Zeynep?! Sen bizim ne çektiğimizi biliyor musun?! Seni aramadığımız yer kalmadı. Sana bir şey oldu diye çok korktuk ama senin bunlar umurunda bile değil.” Tam cevap verecekken beni susturdu. “sus Zeynep cevap bile verme! Sana sadece bir soru soracağım eserinle gurur duyuyor musun?” hiç düşünmeden cevap vermem gerekiyordu eğer düşünürsem ağlardım ve şu an bu en son yapmak istediğim şey. “Ben hiçbir şey yapmadım Barın. Zaten taşınacaktık eğer size söyleseydim beni bırakmazdınız ben de bu yüzden söylemedim. Biraz kafamı topladıktan sonra sizi arayıp nerede olduğumu elbette söyleyecektim.” Buradan sonrasını yazmama gerek yok çünkü her zaman olduğu gibi yine kavga ettik. Araya Mert ve Emir girmese daha çok uzardı bu konu. Onlar da bana sinirli biliyorum ama şu an duygularını rafa kaldırdılar. Kafeden çıktığımızda hepimizin keyfi kaçmıştı bu yüzden beni eve bırakmalarını söyledim. Barın şoför koltuğuna geçti ben ise onun yanına oturmak istemediğim için hemen arka koltukta yerimi aldım. Yol boyunca arada Emir’in ortamı yumuşatmak için yaptığı espriler haricinde hiçbir konuşma olmadı. Evin önüne geldiğimizde Barın da benim ile birlikte arabadan indi. Ben hiç umursamaz bir şekilde eve doğru yürürken Zeynep özür dilerim kabalık ettim, diye seslendi arkamdan. Olduğum yerde kalakaldım çünkü Barın Aksoy az önce resmen benden özür dilemişti! Aslında söylediklerinde haklıydı tabi iki bir yere kadar ama elime böyle bir şans geçmişken kullanmamak ayıp olurdu. rkamı yavaşça dönerek ; anlamadım, dedim. Gözlerini devirdi sadece. O da biliyordu ki bu olayı kullanmam gerekliydi. “Hadi ama Zeynep uzatma” ama tanıştığımız ilk günden beri üçüncü özür dileyişiydi bu. İlk ikisinde hepimizden dilemişti şimdi ise sadece benden diliyordu. Üzgünüm ama dediklerini kolayca sindirebileceğimi sanmıyorum, dedim alaycı bir şekilde. Demek bana meydan okuyorsun?! Var mısın iddiaya benim ile en fazla altı saat küs kalabilirsin, dedi bana. Kabul ediyorum beni çok iyi tanıyor, evet ona altı saat bile zor küs kalabilirim ama o beni bu kadar iyi tanıyor ise ben de onu çok iyi tanıyordum. Barın bak sana ne diyeceğim, dedim neşeli bir sesle. Hatırlıyor musun? Odamın tavanına aynalar ile‘AY BENİM, GECE SENİN’ yazmıştın işte ben o zaman şunu fark ettim ben gece olmak istemiyorum, dedim. Yüzündeki o şaşkın ve hüzünlü bakışı görmeniz gerekiyordu, mükemmeldi. O beni benim silahımla vuruyorsa bende onu onun silahı ile vuracaktım tabi iki. Bir süre ne cevap vereceğini bilemez gibi baktı etrafa sonra kekeleyerek “B-ben ne de-desem bilmiyorum yani s-sen şey” daha fazla onun o haline dayanamadım ve Ben seni aydınlatan güneş olmak istiyorum, dedim. Emir’in Abi bunlar çok iyi ya, dediğini duydum bir ara. Demek ki bizi dinliyorlarmış. Barın şok içinde yüzüme bakarken Emir Abicim sen iyi misin? bir tepki versene kıza! Diye çıkıştı Barın’a. Barın sonunda olayın şokunu atlatmış olacak ki bir cümle kurmayı başardı ama hevesimiz kursağımızda kaldı çünkü polis arabalarının siren sesleri birbirimizi duymamızı engelliyordu. Siren sesleri bitmek bilmediği gibi bir de tam evimizin önüne park etmişlerdi arabalarını. Arabadan inen polis memuru evimizin bahçe kapısından girip: burası Sevinç ailesinin evi mi?Diye sordu. Ben bir adım öne çıkıp Evet burası Sevinç ailesine ait bir şey mi vardı, dedim. Polis memuru Zeynep Sevinç, Barın Aksoy, Mert Soyhan, Emir Uzun bu kişiler sizler misiniz? Diye sordu. Hepimiz başımızla onaylayınca: bizim ile karakola gelmeniz gerek, dedi. Neye uğradığımızı anlamadan kendimizi karakolda bulduk. Bizi neden buraya getirdiklerini sorduğumuzda ise : Cinayete tanıklık etmekten dolayı sorguya alınacaksınız denildi. İşte şimdi bitmiştik. Daha az önce ayı aydınlatan güneş olmak isterken şimdi hepimiz karanlık bir gecede kaybolmuştuk ve bir kutup yıldızına ihtiyacımız vardı.