Dalgalarla Kaybolan Esrar

Şamdandaki mumların titrek ışığının aydınlattığı köydeki evin salonunda bir başıma oturuyordum. Dışarda sicim gibi yağan yağmurun cama çarpan sesinden başka sesten eser yoktu. Köyün böyle sessiz olduğu zamanlar kafamın içi, dışarıdan daha gürültülü oluyor. Aklıma gelen binbir düşünce, unutmak istediğim ama asla susturamadığım hatıralarımın sesi zihnimin benle oyun oynadığı gerçeğine her geçen gün daha da inanmama sebep oluyor. Zihnimi kontrol etmek bazen o kadar güç oluyor ki gerçek hayatta olup bitenleri duyamayıp tamamen dış dünyadan soyutlandığım doğrudur.

Çevremdeki insanlar çoğu zaman bana seslendiklerinde cevap alamadıklarından haliyle işitme sorunum olduğunu düşünüyorlar. Oysaki bunun sebebi kafamdaki düşüncelerin onların seslerini duymamı engellemesi. Bunu tekrar tekrar dile getirmekten yorulsam da onlar anlamamakta direnmeye devam ediyorlar. Üstelik bunu yazmaya olan düşkünlüğüme bağlayanlar da var. Aksine yazmak benim kafamda mesken tutmuş düşüncelerin başkalarının da eline geçmesini sağlayarak bir nevi kafama hapsolmasını engelliyor.

Neyse yağmurun bastırdığı günde başıma gelenleri anlatmaya devam edeyim. O gün yine dalmıştım uzaklara, yalnızlık sarıp sarmalamıştı beni. Her ne kadar kabul etmek istemesem de yazdığım kitaplardan başka beni hayata bağlayan hiçbir şey yoktu. Bir süreden sonra alışıyordu insan ama yine de hiç kimse mecbur kalmadıkça yalnız kalmak istemez. Aldım elime kalemimi, kızımı kaybetmeden önceki zamanları düşünerek saatlerce durmadan yazdım. Etraf iyice kararmaya, mumların ışığı kâğıdı görmeme yetecek kadar etrafı aydınlatmamaya başlayınca etrafı, anladım saatin ne kadar geç olduğunu. Güçlükle ayağa kalkıp daima başucumdaki etajerin üzerinde duran o şamdanın üzerindeki mumları derin bir iç çekerek üfledim. Her ne olduysa ben mumları üflediğim zaman oldu. Yazdığım kitap içinden ışıklar saçarak havalandı ve dönmeye başladı, kitabın sayfaları ve salondaki bütün eşyalar bir o yana bir bu yana savruldu. Kitap beni ve odadaki tüm eşyaları adeta bir karadelik gibi içine çekti.

Burası da neresiydi böyle? Uçsuz bucaksız deniz ve masmavi gökyüzü beni karşılıyordu. Deniz hafif dalgalıydı ve kayalara çarparken çıkarttığı ses huzur vericiydi. Her şey o kadar güzeldi ki tıpkı yazdığım kitaplarda betimlediğim gibi. Sahi kitap demişken benimle buraya ışınlanan kitaplarım neredeydi? Telaşla yürümeye başladım sahil boyunca. Güneşin yaktığı kumların arasında bata çıka yürüyordum ama ayaklarım en son iyice yanmaya başladığında dayanamayıp kendimi denizin serin sularına bıraktım. Tekrar doğrulduğumda denizdeki yansımamı görünce irkildim, bu benim gençlikteki halimdi. Daha bunun şokunu atlatamadan ikinci bir şoku yaşadım. Dalgalar hemen önüme kızımın ölümünü anlattığım kitabı bırakmışlardı. Hemen kitabı inceledim, sayfalar biraz ıslanmış olsa da hala okunabiliyordu.

Bir elimde kitapla yürümeye ve etrafı keşfetmeye koyuldum. Başıma gelen talihsiz olay yüzünden deniz kenarı bir yere yıllardır adımımı atmamıştım. Etraf çok kalabalık değildi, insanlar genelde ailecek gelmişlerdi denizin tadını çıkarmak için. İçimi bir anda derin bir hüzün kapladı ve tam umutsuzlukla yürümeye devam edeceğim sırada arkamdan bir kız çocuğu sesi duydum. Arkamı dönüp kızı görmemle gözyaşlarına boğulmam bir oldu. O kız, o dünyalar tatlısı minik kız benim kızımdı. Hemen sarıldım kızıma, o kadar özlemiştim ki kokusunu dünyalar benim olmuştu.

Ben kızımı her ne kadar çok özlediysem de onda mimik dahi oynamamıştı ona sarıldığımda, bunu ona şaka yollu sorduğumda aldığım cevap karşısında ürperdim. Bana, “Baba yaklaşık 5 dk önce benim için deniz kabuğu toplayacağını söyleyip yanımdan ayrıldın ve döndüğünde elinde deniz kabukları yerine bir kitap vardı. Bu 5 dakikada neden seni özlemiş olayım ki?” dedi. Kafam allak bullak olmuştu, ben deniz kabuğu toplamaya gitmemiştim ki. Tam bunu ona söylememe fırsat kalmadan denize koştu ve yüzmeye başladı. “Kıyıdan çok uzaklaşma!” diye bağırdım ona. Görünürde endişelenecek bir şey yoktu, sadece aynı hatayı tekrar yapmaktan korkuyordum. Tam rehavete kapıldığım sırada önümdeki kitabın sayfaları hızlıca çevrilmeye başladı ve sayfa tam 218’de durdu. Sayfanın ilk cümlesini okudum:” Dalgalar ansızın şiddetini artırdı, herkes çığlıklar atarak sahili terk etti.” Kafamı kitaptan kaldırdığımda az önce tamamen masum olan dalgalar, önüne geleni silip süpürüyordu. O an anladım ki yazdığım kitabın ana karakteriydim ve kitap yazdığım şekilde sonlanacaktı, yani kızımın ölümüyle. Hemen kitabın son sayfasını kopardım ve yerine kızımın sağa salim kurtulduğunu yazıp umutsuzca bekledim, ama o gelmedi.

Yere düşen şamdanın sesiyle irkildim, kendime geldiğimde salondaki masamdan yerlere saçılmış kağıtları fark ettim. Dışarıya baktığımda yine kasvetli bir hava karşıladı beni. Evde kimse yoktu ama mutfaktan biri sanki bana sesleniyordu. Duyduğum ses karşısında donakaldım: “Babacığım yazmaya biraz ara mı versen acaba?” Koşarak soluğu mutfakta aldım, bir de ne göreyim? Kızım, o sahildeki minik kız büyümüş, karşımda dikilerek bana gülümsüyor…

(Visited 14 times, 1 visits today)