Dağ Başında Bir Hayat

Acaba bir sabah uyansam böyle bir dağ evinde… Manzarası mükemmel; masmavi bir deniz, yemyeşil ovalar, karlı dağlar… 1 yıl boyunca, teknolojiden uzak, sadece doğayla iç içe zaman geçirmek nasıl olurdu acaba? Sabah erkenden kalkıp bir fincan kahve alıp denize girmek ne güzel olurdu. Sanki her gün yapmadığım bir şey. Neyse… Yarım saat yüzdükten sonra çimenlerin arasında kurulan sofrada kahvaltı yapmak ve ardından manzarayı izlemek tam bir huzur kaynağı olurdu.

Müzik dinlemek belki imkânsız olurdu çünkü teknolojik herhangi bir şey bu hayale dahil değil. Ama bu da sorun değil; kitap okuyarak aynı keyfi yaşayabilirim. Temiz, oksijen dolu ve sessiz bir ortamda sayfaların arasında kaybolmak gerçekten büyüleyici olurdu. Evde biraz uzanıp resim falan çizerdim. Güneş ışığı camdan içeri süzülürken, doğanın ilham verici renklerini kağıda dökmek harika olurdu doğrusu. Zaman yavaş yavaş akarken, hava kararmadan bir saat önce yürüyüşe çıkmak da olmazsa olmaz. Etrafı keşfetmek, börtü böcekleri incelemek, belki de bilmediğim patikalarda kaybolmak… Her adımda yeni bir şey bulmak, doğanın sunduğu mucizelere tanık olmak paha biçilemez bir deneyim olurdu. Tabii her gün benzer şeyleri yapınca, bir noktada “Nereden bulaştım bu derde?” diyeceğimden yüzde bin eminim! İnsan doğası gereği sosyal bir varlık sonuçta. Böyle bir hayatın mükemmel çözümü ise çok basit: bir arkadaş. Bir ya da birkaç arkadaş; kız veya erkek fark etmez, yeter ki zaman geçirebileceğim biri olsun. Çünkü ne kadar çok kişi, o kadar fazla eğlence ve kahkaha!

Arkadaşlarla birlikte geçirilen anlar, zamanı daha hızlı ve dolu dolu yaşatır. İyi ya da kötü, doğa olayları da bu anılara ayrı bir renk katar. Böylece bu 1 yıl, sadece bir “kaçış” değil; hayatımın en güzel, en unutulmaz dönemlerinden biri olur. İşte bu yüzden arkadaşların değeri paha biçilemez… Çünkü paylaşmak, her şeyi daha anlamlı kılar.

(Visited 1 times, 1 visits today)