Karanlık bir yolda yürüyordum. Boğazıma kadar çamura battığım, kasvetin ve umutsuzluğun kara bir bulut gibi üzerimi kapladığı bir yolda yürüyordum.
Yürüdüm, durmadan yürüdüm. Aydınlığı ve özgürlüğü bulma aşkıyla dikenler üzerinde durmadan yürüdüm. Dikenlerin battığı her noktadan oluk oluk aktı al kanım. Kanlı ay misali yolumu aydınlattı bu asil kan. Yolun sonu görünürken parlak bir ışık gözümü kamaştırdı. Bunca zamandır eğik olan başımı ağır ağır kaldırdım ve gururla baktım. Karşımda büyük bir tablo vardı. Bu yüce milletin asırlar sürecek olan saadetinin başlangıcıydı. Tabloyu gördüğüm an, bana acılarımı unutturan andı. Oluk oluk akan kanım yolu takip ederek tabloya ulaştı ve zeminini usulca boyadı. Tablo kana doydukça diğer renkler canlandı. Artık güneş daha parlak, hava daha aydınlık, gökyüzü masmaviydi. Toprak ıslak, ekinler umutla yeşermiş. Tabloda biraz daha ileriye baktım. Çocuklar ellerinde bayraklar eşliğinde marşımızı haykırırken yetişkinler de gururla onlara eşlik ediyordu. Camlarda, duvarlarda, sokaklarda, akla hayale sığamayacak her bir noktada şanlı bayrağımız dalgalanıyordu. Güzel bir seyre dalmışken burnuma bir koku doldu. Zaferin kokusuydu bu. Tablodan içeriye bir adım attım ve o karanlık yol artık geride kalmıştı. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, tablo devam ediyordu.
Kuşlar daha coşkulu ve güçlü uçarken bülbüller zafer şarkılarını sevinçle söylüyorlardı. Bu güzel şarkı eşliğinde yediden yetmişe hepimiz dans ettik. Bu “Biz” dik. Şanlı bir muvaffakiyetin ardından koca bir asrın sonunda yine “Biz” dik. İleriye baktım, daima ileriye baktım. Kanımın suladığı bu dağ, bu taş, bu toprak capcanlıydı. Bu canlı toprakta, karşımda bir asırlık çınar ağacı göz alıcı endamıyla bana bakıyordu. Bir rüzgar esti, yaprakları asil bir şekilde salındı. Dalları öyle kuvvetliydi ki, bu ulusu sonsuza dek sarıp sarmalamaya yeterdi. Kökleri öyle derinlere iniyordu ki bırakın kazma kürekle sökmeyi, orduların üçü besi gelse nafileydi.
Tablo yavaş yavaş tamamlanıyordu. Her şey ahenk içinde birbirini buluyordu artık. Sonsuzluğa doğru uzanan bu tablo bizimle hayat buldu. Çınarın yanından ayrılıp sokaklara indim. Her bir evin camından, onların gözünden baktım. Yaşlı dedeler destansı hikayelerini anlatırken yaşlı teyzeler eski fotoğrafları gösterip eskiler yad ediyorlardı. Bunların hepsine şahit olurken yüreğime bir güneş doğdu. Koca ir asırlık tablo karşımızdaydı. Akan kanların ve göz yaşlarının uğruna; şanlı bayrağımız ve bu kutsal topraklar uğruna feda ettiğimiz her şey yeniden çiçek açtı.
Biraz daha ilerleyip yüksek bir tepeye çıktım. Tablonun çıkış noktası burasıydı. Önümde apaydınlık bir yol vardı. Ardıma dönüp son bir kez baktım ve şunu gördüm: Bu tablonun ressamı bizdik ve bu eserimizin adı “Cumhuriyet”.