Ruhum kadar karanlık odanın içinde yatağıma uzanmış zifiri karanlıktan gözükmeyen saatin her saniye çıkardığı sesi dinliyordum. Her saniyede kalbim biraz daha daralıyor,ağırlaşıyordu. Sanırım intikam ateşi diye adlandırdıkları şey bu olsa gerek. Ne kadardır bu sesi dinliyodum bilmiyorum ama en sonunda kalbimi çıkartıp saate fırlatasım geldi.
Yavaşça ellerimi saçlarımın arasına uzattım. uzun uzun düşündüm.
Hiçbir şey hissetmiyordum. Kapım yavaşça aralandı. Aralanmasıyla ayağa kalkmam da bir oldu.
“Yemek saati!” diye bağırdı biri. Sonra elindeki tepsiyi yere bırakıp çıktı dışarı. Daha burda yeniydim. 3. günümdü ve bu atmosfer hiç de hoşuma gitmiyordu. Ve hoşuma gitmeyen şeylerin sonu da pek iyi bitmezdi. Kafayı bana takmışlardı ama şanslılar ki ben onları daha kafayı takmamıştım…
Aradan tam 1 hafta geçmişti. Yaklaşık 1 haftadır uyumuyordum. Tek amacım burdan kurtulup kendi cehennemime dönmekti. Şu ana kadar 3 kere başarısız kaçma eyleminde bulunmuştum. Tabii ki hepsinin bir amacı vardı. İstesem kaçardım fakat kaçtıktan sonra beni aramaya devam edeceklerdi. Hayatımın sonuna kadar bu beceriksizlerle uğraşamazdım. Bana kesin bir kurtuluş gerekiyordu. Hepsi planın birer parçasıydı. Tıkır tıkır işliyordu planım. Yavaştan, ağırdan alıyordum planı ki daha inandırıcı, gerçekçi olsun. Dışarıda benim, yani patronlarının özlemini duyan yaklaşık 35.000 kişilik bir çetem vardı. Namı diğer COSA NOSTRA. Kötülüğün en saf ve zifiri hali, duyguların en somut ve değersiz yeri, acının en korku dolu ve değersiz bedeni, korkunun en sessiz ve karanlık sebebi. gerçekliğin en acınası ve kibirli evi…
Gardiyanlardan biri geldi yanıma fakat bu sefer tek değildi yanında polis de vardı, arka cebindeki tabanca bana adeta göz kırpıyordu. 1 haftadır silah görmemiştim. Yavaşça yanıma yaklaştı ayağa kalktığım anda ikisi de bir adım geriledi. Gözlerindeki korkuyu okuyabiliyordum ve bu bana zevk veriyordu. Birden narsist bir kahkaha attım yersizce. Ve polis konuşmaya başladı. Arada sesi titriyor ve kelime ortalarında yersizce yutkunuyordu. Yeni atandığını çok belli ediyordu. Genelde yüzleştiğim polisler daha iri yapılı ve cesur olurdu.
“Dediğim gibi, şimdi zorluk çıkarmadan bana tek tek çete üyelerinin isimlerini sayıyorsun. Anlaşıldı mı? Eğer dediğimi yapmazsan…”
“Yapmazsam? Ne olur, beni vurur musun?”
“Hayır vurmaktan beter ederim, sana hayatında yaşamadığın acıları yaşatırım. Şimdi emirlerime uy ve haddini bil!”
Duyduklarıma inanamıyordum. Birden sağ gözüm seyirmeye başladı. Yanında koruma olarak getirdiği gardiyanın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Daha önce bu hayatımda bana kimse ne yapacağımı söylememişti.Sakin kalmaya çalışıyordum fakat pek de başarabileceğe benzemiyordum.
“Hey, sen! İşinde yeni olduğunu bu kadar belli etme, bir dahakine cezanı çekersin. Bu son uyarım. Ha bu arada konuşurken sesinin titremesi pek hoşuma gitmedi ve eğer bir daha bana ne yapıcağımı söyleyecek olursan kendini sonuçlarına hazırlasan iyi edersin.”
Aradaki gerginliği fark eden gardiyan “Tamam sakin olun, karşınızdaki kişi hayatınızda toplam gördüğünüz insan sayısından çok daha fazla insanı katletmiş bulunmakta.” Bunun üstüne polis “Tamam gardiyan utanmaz insanları utandırmaya uğraşma, başaramazsın.” diyip odadan çıktı. Kapının kapanmasıyla birlikte içeride kahkahalara boğulmaya başladım. Sanırım planı hızlandırmam gerekicekti. Fakat unuttukları bir şey vardı. Kötülük genlerde taşınmasa bile görünüşe sızardı…
Ziyaret saatinde en sadık çalışanlarımdan birini çağırmış ve sadece şu sözleri söyleyip gitmiştim. “Saatin hızlı akması lazım, sahte bir cenaze hazırla ve ONU çağır. Ancak o zaman gelecektir, gerisini konuştuğumuz gibi yaparız.”
Aradan 8 saat geçmeden bir telefon geldi 1 dakika konuşma hakkımız olmasına rağmen zamanı nasıl kullanacağımızı biliyorduk. “Onu bulduk, çok üzüldü şimdi yolda,saat 4 bahçe.” ve telefon kapanır. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım.
SAAT 4 BAHÇE;
Serbest zamandaydık ve ben canım kardeşimi bekliyordum. Evet yanlış duymadınız kardeşim. Hatta ikizim. Yıllar önce o da COSA NOSTRA’daydı fakat ayrılmaya karar verdi, benden kaçtı ve bir daha asla görüşmedik. Fakat ben her ay ona 10.000$ göndermeye devam ettim, yurt dışında güzel bir hayatı var ve hepsini bana borçlu. Artık borcunu ödeme vakti onda.
Geldiğini gördüm hala çok benziyorduk. Birkaç dostum onu zorla benim olduğum bahçeye soktu. Sadece şaşkındı ve neye uğradığını şaşırmıştı. Bana getirdikleri giysileri ve şapkayı almış giymiştim. Yavaşça ona yaklaştım göz göze geldik. Gözleri dolmuştu ve kafasını iki yana sallayıp “Hayır,Hayır…” diye fısıldıyordu. “Eskimiş yalanların kalıcı bir pisliğisin hayatımda, sence de artık yaptıklarının bedelini ödemenin vakti gelmedi mi? O paraları sana kimin gönderdiğini sanıyordun, benim sayemde buralara geldin ve şimdi karşılığını vermen gerekicek.” “Hayır, hayır, özür dilerim ne olur yapma lütfen!” diye bağırmaya başlamıştı ki sirenleri çaldım. Tüm gardiyanlar onun başına toplandı. “Yine mi kaçmaya çalışıyordun. Artık serbest zamana da çıkamayacaksın!” Yavaşça aradan sızdım ve dışarıya çıktım. Arkama baktığımda gördüğüm tek şey yüzündeki acı verici pişmanlık ve biraz da göz yaşıydı…