Çöldeki Kilise

Yıl 1993, günlerden pazartesi. Gemi yolculuğu ile Avrupa’dan ayrılmama sayılı dakikalar kalmıştı. Önce şu anda bulunduğum Almanya’nın Hamburg şehrinden çıkacak ve Afrika’ya gidecektim. Amacım eğlence maksatlı değildi tabii. Yaklaşık bir yıldır düşündüğüm ama bir türlü harekete geçiremediğim bir plan vardı. Ticaretle uğraşıyordum ve oraya gitmemin nedeni Almanya’da veya Avrupa’da üretilen bazı zırvaları pazarlamak içindi. Yolculuğun başlamasına az kala geminin harekete geçeceği konusunda bir dünya anons yapıldı. Ben pek aldırış etmedim çünkü zaten gemiye binerken her şeyi söylüyorlardı. Yine de emniyet amaçlı yapılmıştı. Bu anonslar ve hazırlıklar bitince hızlı bir şekilde harekete geçti gemi. Bize bazı rehberler, geminin iç kısmını çoktan göstermişti. Akşamları olacak etkinlikleri, orkestrayı ve daha fazlasını. Fakat hepsine zorla katılacağıma adım gibi emindim. Etkinliklerle pek alakam yoktu. Sabahları güvertede oturarak geminin barından aldığım içeceklerle geçirdim. Yolculuk yaklaşık yirmi gün sürecekti ve uzun bir süreydi. İlk gün zaten gemide gezmedik yer bırakılmamıştı. Ben kamarama gidip erkenden uyumayı tercih ettim.

İkinci gün anladım ki rutin olan bu hayatımdan kurtulabilmek için gittiğim bu gezide bile herkes aynı şeyleri yapıyordu. Ofisteki mühendis, ne kodluyorsa aynı şeyle uğraşıyordu. Tek değişiklik elindeki alkolü yudumlaması ve çarpan dalga sesleriydi. Fakat herkes bundan memnun gibi duruyordu. Ben ise anlamıyordum, gemideki etkinliklerden ikinci gün hemen sıkılmıştım ve hiçbir şey mutlu etmiyordu beni, açılan şampanyaları, çalınan şarkıları umursamıyordum. Sadece oraya varınca ne olacağını düşünüyordum. Derin bir sessizlik mi yoksa yeni bir macera mı?

Kalan bütün günler hemen hemen aynı geçti, tek değişiklik tanıştığım yeni arkadaşlar oldu. Benimle aynı fikirde olan bir grup insan ile sadece satranç oynuyorduk. Hepimizin belirli bir seviyeye gelmiş olması maçın heyecanını arttırıyordu. Onun dışında bar, hiç uğramadığım bir yerdi. Akşamları ise tek keyfim geminin güvertesinden o hava kirliliğinden uzak, denizin ortasında yapayalnız bir konumda kahvemi içip yıldızları seyretmek ve arkadaşlarımla muhabbet etmekti. Varış gününe çok az kala, vaktimin çoğunu kamaramda geçirdim. Ve geminin Brezilya’ya ulaşmasına saatler kalmıştı kamaramdaki son uykuma daldığımda.

Brezilya’ya vardığımda ayağımın altında lüks bir evin veya arabanın olmayacağını düşündüm. Kara kara düşünürken bir kente vardığımı fark ettim. Göz ucuyla etrafı süzdüm. Büyük ihtimalle küçük bir kente gelmiştim. Brezilya’yı gezmeye başladık grupça. Yavaş yavaş kavramıştık. Burada üç gün konaklayıp Afrika’ya, oradan da geri Almanya’ya dönecektik. Brezilya güzel bir ülkeydi. Özellikle gittiğimiz küçük kentteki insanlar sevecendi. O insanlarla iletişim kurabilme sebebim Portekizce biliyor olmamdı.

Brezilya gezisini geriye bırakmaya az kalmıştı. Afrika’ya doğru gidiyorduk. Yolculuk altı gün sürecekti. İlk gün gayet güzel geçti. Kahvemizi içtik ve satranç oynadık. İkinci günün sonuna doğru kıyı şeridinden gitmeye başladık. Derken, önümüze büyük bir kaya parçası çıktı. Kaptan bunu fark ettikten sonra hemen dümeni döndürmeye çalıştı. Ancak gemi son hızıyla kara parçasına doğru ilerliyordu. Kaptana hasarı güverteden alırsa güverte daha sağlam olduğu için hasarın  büyük olmayacağını hatırlamasını umuyordum. Fakat dönen geminin benim de bulunduğum orta kısmına doğru bir darbe geldi. O an ile alakalı hiçbir şey hatırlamıyordum. Ardından kendimi bir anda büyük bir salda gördüm. Vücudum acı içinde kıvranıyordu. Neyse ki ölümcül yara değildi bedenimdekiler, kurtulmuştum. Kayığı kıyı şeridine doğru sürmeye başladık. Bir tane köy görmüştük. Kıyıya yakın. İkişer tane araba gördüğümde buranın aslında köy değil, bir safari turu olduğunu gördüm. Onlara bizi merkeze ulaştırması için yalvardım. Kabul ettiler zira yardımseverlerdi. Teşekkür edip hızla merkeze ilerledik. Küçük bir kente geldiğimde gördüğüm şey şu ana kadar yaşadıklarımdan çok daha farklıydı. Herkes farklı bir dil konuşuyordu. Ne olduğunu anlamak için bir kahveye girdim. İçeride kimse yoktu, sadece yaşlı bir adam ve elinde tuttuğu fincan. Bir an “Sakın bir adım daha atma!” diyeceğini sandım. Bana birkaç şey söyledi anlayamadım. Sonra İngilizce konuşmaya başladı. Ne dediğini o an anladım. “Hoş geldin” diyordu. Zaten çok sevecen görünüyordu. Bir an düşündüm herkes gittiğine göre tek kalmıştım. Yapacak bir şey olmadığı için hızla bir sandalyeye oturdum ve merhaba dedim. O ise bana “Çalışmak istersen gelebilirsin.” dedi. İşte o an karşımda gördüğüm kişinin ne kadar sevecen olduğunu kestirdim. İngilizceyi bu kadar iyi bildiğine göre o da yaşadığım duyguyu tecrübe etmişti. Yani İngiliz olabilirdi ama emin değildim. Hızla teklifini kabul ettim ve ona bir armağan vermek istedim. Çantamdan küçük bir kitap çıkardım ve ona verdim. Bu hediyeyi görünce bana teşekkür etti. Oturduk ve sohbet etmeye başladık. Bana bakıp gülümsüyor ben ise ona devamlı soru soruyordum. O da elinden geldiğince her soruya yanıt vermekteydi. En son bana artık işe başlamam gerektiğini söyledi. Hızlıca bu teklifi kabul ettim beraber gülüştük. İlk işimi sordum, o da bana “Önce şu bardakları temizle bakalım, temizliğine göre puan alacaksın!” diyerek güldü. Hızla onları temizlerken bir müşteri geldi. Aralarında bir şey konuşuyorlardı. Birazcık dinledim onları sonra bir bir parçaları birleştirmeye başladım. Ardından dediğim amca konuşmaya başladı. “Şuradaki gördüğün genç çok meraklı olacak ben sana diyeyim. Evrenin sırrını falan çözer aklı zehir gibi. Çok sevecen ve zor durumda olduğu belli.” dedi. O an önce sevindim sonra içimden “Vay be!” dedim. Bu adam beni tanımadan bunları nasıl biliyordu. “Kendisini tanımıyorum ama öyle gözüküyor, peki senin şu kervan işleri ne oldu halledebildin mi?” dedi bir ses. Galiba bir kervanı vardı. Bardakları yıkamaya devam ederken ona şu soruyu sordum: “Sizin adınız nedir?” Derin bir sessizlik oluştu ve biri “Ben sana demiştim.” diye fısıldadı ardından “Victor!” diye bir ses geldi. Burada yaşayan birinin İngiliz adına sahip olması çok ilginçti.

Aradan bir kaç ay geçti. Victor Amca ile samimiyetim daha da arttı. Kahvenin durumu gayet iyiydi. Kentteki tek kahveci olmamızın artısı ile satışlar artmıştı. Bunlar hep Victor Amca’nın fikirleri ve benim ticaret ile olan ilgim sayesinde oldu. İnsanları çekecek bir sürü şablon vardı. Kahvemiz hem ucuz hem de doğaldı. Fakat bir kaç güne bunların hepsi toz olacaktı çünkü iki tane deve ile biz güneye doğru yol alacaktık. Çünkü Victor Amca’nın da benim de hep hayallerimizde vardı buradan çıkıp farklı yerleri ziyaret etmek. Hazırlıklarımız başladı. Ben bidonlarca su, ticari zırvalar ve yemekleri hazır ederken Victor Amca develeri hazır etti. Uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkıyorduk. Develerle ilerlerken yolda karşımıza bize rehberlik edebileceğini söyleyen bir grup çıktı. Onlarla ilerlerken yavaş yavaş uzun bir çöle girmeye başladığımızı fark ettim. Artık tek kaynağımız bazı yerlerde bulunan ağaçlardaki meyvelerdi. Suyumuz tükenmeye hemen başlamıştı. Zaman çok hızlı geçiyordu. Birkaç güne yiyeceğimiz ve suyumuz tükenecekti belli ki. Develer yorgun düşmüştü eskisi kadar hızlı seyahat etmiyorlardı. Yolun sonunu bilmiyordum ama Victor Amca’ya güveniyordum. O buraları kesinlikle biliyordu ve daha önce ziyaret etmişti. Victor Amca çok az kaldığını söylemişti. Bizimle gelen grup ise farklı bir patikadan devam ettiler. Ve çölün ortasında inanılmaz bir şey görmüştük: Bir kilise. Görmeye değerdi. Kimse yoktu ama terk edilmiş gibi gözükmüyordu. Büyük ihtimalle gece saati olduğu için böyleydi. Victor Amca benim oturmamı işaret etti: “Artık sana gerçekleri anlatma zamanı geldi. Bundan tam yedi ay önce biliyorsun ki seninle ilk defa tanıştık. O gün arkadaşımla olan  tüm sohbetleri duyduğunu biliyorum. Özellikle senin duyabilmen için öyle konuştuk. Gemi ile buraya gelirken satranç oynadığım kişi bir dostum olur benim. O kişiye senin hareketlerini gözlemesini söyledim. Çünkü senin Almanya’da ünlü bir tüccar olduğunu biliyordum. Fakat sen karakterinde inanılmaz bir değişiklik gösterdin. Marka ve şöhret bağımlısı bir insanken elindekiyle mutlu olmanın önemini kavradın ve bu yüzden senin aslında ne kadar öğrenme…

Bir anda ses kesilmişti, gözlerimi yavaşça açtım ve kendimi yatağımda uzanırken buldum. Şu ana kadar hiçbir şeyin yaşanmadığı ve Victor Amca’nın gerçek olmadığını anladım. Fakat  rüyada bile olsa bana Victor Amca gibi bir insanın,  nasıl katkısı olduğunu fark ettim.

 

(Visited 52 times, 1 visits today)