Salına salına yürüyordu sokak lambalarının loş ışığı altında. Bir elinde giyilmekten incelmiş ceketi diğer elinde ise solgun ve bitik hayalleri. Ilık bir nisan gecesinde yalnız ve yorgun olmaktan başka ne ister ki insan diye düşündü, ilk bir iç çekti sonra da boynunu geriye atıp derin bir nefes verdi. İşten de barlardan da sokaklardan da evden de sıkılmıştı. Ama mecbur girecekti soğuk yatağına, yarın ola hayır ola deyip uyuyacaktı.
Eve girer girmez battaniyesine sarıldı ve karanlıkta penceren tavana vuran ufak aydınlığı seyretmeye başladı. Tüm günü gözlerinin önünde akmaya başladı: “Hayır baba hayır ben bu memuriyeti sürdüremem, her gün 9-5 her gün aynı boş muhabbet. Hayır, o şirketteki bir metrekarelik kafese de geri dönmüyorum. Evet, başka iş bulacağım; evet, gerekirse kasiyerlik yaparım. Hayır ya niye aç kalayım? Hayır, yardımınıza ihtiyacım olmaz. Yine de teşekkür ederim baba.”. “Alo, evet ben Pelin ne için aramıştınız? İş başvurusu mu, emin misiniz? Kusura bakmayın, hatırlamıyorum başvuru yaptığımı. Linkedin’den mi başvur muşum? Ah, pekâlâ mevzu neydi? Görüşme mi, şimdi mi? Yarın ha, adresi alabilir miyim? ‘Çok Ararsın Sokağı, Zor Bulursun Caddesi, Evde Yokum Apartmanı, Daire 18’ dalga mı geçiyorsunuz siz benle? Alo, alo…
Tam bu garip konuşma aklından geçiyordu ki karanlıkta bir yerden boğuk bir ses duydu: “Kimin aradığını merak ediyorsun değil mi?”. “Sen kimsin ve evime nasıl girdin?” diye bağırdı ve doğruldu. Ses birden yumuşadı ve “Korkma canım benim, anahtarları kapıda unutmuşsun.” dedi. Sımsıkı sarıldılar ve önceden anlaşmış gibi o konuda tek kelime etmeden uykuya daldılar.
Sabah kalktığında yalnızdı Pelin, içinden sadece uzanıp Netflix’teki en boş diziyi açmak geliyordu. Ama yine de eşofmanını geçirdi ve sabahın tüm serinliği ince tişörtünden geçerken kilometrelerce koştu. Eve dönüş yolunda yalpalamaya başlamıştı ki omzunda bir el hissetti. Arkasını döndü… Karanlık bastırdı birden…
Gözlerini açtığında neon sarı bir çarşafın üzerinde yatıyordu. Üzerindeki çizgili pijamaya şaşkın şakın bakarak kalktı yataktan, kapıya doğru uzandı. Aynı çizgili pijamayı giymiş biri açıverdi kapıyı, “Aaa sen Pelin olmalısın hoş geldin, doktor seni bekliyor, karşıda sağda.” dedi sıcak ama şüpheci bir ses tonuyla. Kafası allak bullak olmuştu ama denileni yapmaktan başka çaresi yoktu, titreyerek tıklattı doktorun kapısını. İçeri girdiğinde yine aynı pijamalı kel, ufak tefek doktora uzun ancak boş bir bakış attı. “Gel otur Pelin” dedi doktor, “Burası ‘Çok Ararsın Sokağı, Zor Bulursun Caddesi, Evde Yokum Apartmanı, Daire 18’, şaşırdın değil mi?”. Pelin’in şaşkınlığı yerini sinire bıraktı ve “Bu ne biçim bir şaka, polisi arayacağım…” diye tehditler savurmaya başladı. “Burası yeni bir çalışma ortamı Pelin Hanım, deneyin ve görün haftaya bu saatte kalıp kalmayacağınızı seçebilirsiniz.” dedi doktor.
Hışımla ayrıldı doktorun yanından ve yatağa geri döndü. Klasik aktivitesi olan tavan seyredip düşünme etkinliğine girişti. Fakat kafasını bir türlü toparlayamıyordu, etrafta gezinmeye karar verdi. Yattığı 3 ranzalı odanın tam karşısında yemekhane olduğunu anladığı geniş bir boşluk vardı. Güzel kokular geliyordu, gidip bakmaya karar verdi. En dipteki boş masaya otur oturmaz ona doktorun yerini söyleyen kadın geldi yanına. “Önceki karşılaşma için çok üzgünüm, ben Aysu” dedi. “Burası çalıştığım en iyi yer, siz ismine bakmayın. Burada her çalışanın eşit hakları vardır ve hiç kimse sürekli aynı işi yapmaz. Her sabah yeni bir görev kâğıdı olur başucunuzda ve işten kalan zamanda evin tüm imkanlarından yararlanabilirsiniz.” diye de ekledi. Pelin artık duyduğu hiçbir şeye şaşıramıyordu, sadece suratında “Tabii efendim, doğrudur” ifadesiyle oturup dinliyordu. “Tüm bunları hak etmek için ne iş yapıyorsunuz peki” diye sordu. “Ah, dediğim gibi değişkendir görevlerimiz ama çoğunlukla masa başı çalışırız; dargın ailelerin, dostların ve sevgililerin arasını yaparız. Hani küskün ve sinirli olduğunuz birine karşı gelen anlık yumuşama vardır ya, işte biz tam o anları yakalar kişinin harekete geçmesini sağlarız.” diye açıkladı Aysu ve Pelin’e onu takip etmesini işaret etti.
Rengarenk koridorlardan geçerken başı dönüyordu Pelin’in; neden buradaydı, ne diyordu bu deli kadın, nasıl bir teknoloji olabilirdi ki bu, yoksa olağanüstü bir şey miydi? Bu sorular zihninde dans ederken önündeki kocaman kontrol panelini fark etti. Yüzlerce renkli tuş vardı ve ekranda da sadece minik bir arama butonu. “Hadi bir isim gir, anlayacaksın.” dedi Aysu. Korkarak da olsa kendi ismini girdi Pelin. Ekranda odadaki görüntüsü beliriverdi. Aysu uzandı ve büyük bir pembe tuşa bastı, kıkır kıkır gülmeye başladı Pelin. Nedenini bilmiyordu ama çok mutlu olmuştu birkaç dakikalığına. Bir daha denemek istedi, bu sefer sevgilisinin ismini yazdı. Onun koltuğunda uzanıyordu, telefondaydı, gülümsüyordu, birilerine sevgi sözcükleri döküyordu. “Bunu da etkileyebiliyor musun?” diye sordu Pelin, kırmızı düğmeye bastı Aysu hiç tereddüt etmeden. Adam telefonu elinden düşürdü, elini boğazına götürdü ve kıvranmaya başladı…
Pelin geldikleri yöne doğru koşmaya başladı, giriş kapısı olduğunu düşündüğü kapıyı çekti ve açtı. Boşluktan “Son kararın mı?” diyen bir ses yükseldi, “EVET, BIRAKIN BENİ!” diye bağırdı Pelin. Ama nafile, kapıdan geçtikçe bir yenisi çıkıyordu karşısına ve hep aynı sinir bozucu soru yankılanıyordu. Öylece saatler geçirdi Pelin, sonra yorgunluktan olacak ki bayıldı.
Uyandığında yine aynı pijamalarla, aynı yatakta uzanıyordu. Kapı kolunu kırarcasına indirdi ve doktorun odasına daldı. Fakat boştu, bomboştu oda. Hatta evin her yeri boştu, pencerelerde bir parmak kalınlığında toz birikmişti. Ne yapacağını bilemeden öylece oturdu Pelin, aradan ne kadar geçti bilinmez ama kapı çaldı. Korkarak açtı kapıyı, karşısında sevgilisi sapasağlam duruyordu. Kendini sevgilisinin kollarına attı ve birkaç haftadır herkesin onu aradığını ve Pelin’in babasının eski evine bakmanın kimsenin aklına gelmediğini öğrendi. Başından geçenleri anlatmayacaktı Pelin, herkese de inzivaya çekildiğini söyleyecekti. Uzun bir süre koltuğundan ve battaniyesinden ayrılmamayı düşünüyordu…