Coğrafya… Kader…

Türk Dil Kurumunda coğrafya diye adlandırdığımız kavram; bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fiziksel, ekonomik, beşerî, siyasal gerçekliklerin tümü diye açıklanır. Bana göreyse coğrafya; bizi sosyal, akademik, fiziksel, ruhsal, ekonomik alanlarda etkileyen, kişiliğimize yön veren, kısaca tüm yaşamımızı etkileyen bir kavramdır. Coğrafya hep bizi etkilemek zorunda mıdır? Coğrafyanın etkilerinden kaçabilir miyiz ya da coğrafyanın önemsiz olduğunu savunabilir miyiz? Dünya üzerinde fertler doğdukları andan itibaren eşit şartlara sahip midir? Etiyopya’da veya Somali’de doğan bir çocuk ile Türkiye’de doğan bir çocuğun yaşam şartlarının aynı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bırakalım dünyayı, ülkemizde kırsal kesimde doğan bir çocuk ile metropollerde doğan bir çocuk arasında ne fark vardır ya da doğuda doğup batıda yaşamını sürdüren bir insanı coğrafya ne kadar etkileyebilir?

Farklar farklar farklar hep vardı, hep olacak. Herkesin her şeyi ile aynı olmasından bahsetmiyorum tabii ki. İnsanların kişiliklerinin, görünüşlerinin, duygularının ve hislerinin farklı olması gayet normal. Ben eşitsizlikten bahsediyorum daha çok. Mesela birinci sınıfa gitmek için yaşı gelmiş olan bir kız çocuğu çeşitli bahanelerle okula gönderilmezken, erkek çocuklar bu problemle nadiren karşılaşıyor.  Eğitim seviyesi düşük olan birçok bölgemizde, kız çocuklarının öncelikle annelerinin yanında ev işlerini öğrenmesinin gerektiği ve bunun okulda alınacak eğitimden çok daha önemli olduğuna inanılıyor ve hatta bunları yapanların eğitim almayı tercih edenlere göre daha mutlu ve başarılı bir hayata sahip olacakları görüşü savunuluyor. Peki, bu doğru mu? Bir kız çocuğunun kendi ayaklarının üstünde durması için bulaşık yıkamayı, çamaşır katlamayı, yemek yapmayı öğrenmesi mi daha önemli yoksa tüm hayatını şekillendirecek eğitimine doğru zamanda başlaması mı? Bu soruların yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımız şu günlerde bırakın sorulmasını, konuşuluyor olması bile gerçekten utanç verici.

Mustafa Kemal Atatürk TBMM’de 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhidi-i Tedrisat Kanunu ile eğitimde cinsiyet eşitliğinin öncülüğünü yapmıştır. Atatürk savaş sırasında Maarif Kongresindeki şu sözüyle: “Cehaletle savaş düşmanla savaşmaktan daha az önemli değildir.” diyerek eğitimin önemini Türk halkına açıklamıştır.

Yapılanlar sonrasında ülkemizde okuma yazma oranları yukarıdaki grafikteki gibi artış göstermiştir. Bu grafikteki üzücü olan gerçek ise kadın okur yazar sayısının her sene erkek okur yazar sayısından düşük olmasıdır. Özellikle doğu illeri başta olmak üzere, bazı batı bölgelerin kırsal kesimlerinde de kız çocuklarını okula göndermeme buna sebep olan etkenlerdendir. Diğer yerlerde kız çocukları aynı erkek çocuklar gibi okula gönderilmekte ve çoğu erkeklerden daha başarılı olmaktadır. Gerçek bir olayla örnekleme yapacak olursak Sivas’ın Kolluca Köyünde tıp fakültesini kazanan bir kız öğrencinin doktor olacağı düşüncesi köyde yaşayan diğer tüm babalar için bir uyarı noktası olmuştur. Babalar belki kıskançlıkla, belki gıptayla sadece çamaşır yıkamak ve yemek yapmakla görevlendirdikleri kız çocuklarına eğitim imkânı vermiş ve 350 nüfuslu köyden çıkan 120 doktorun yarısından fazlası kızlardan oluşmuştur.  Bu yaşadığımız yere göre akademik hayatımızın değişkenlik gösterebileceğini gösterir. Bu da coğrafyanın akademik alandaki üzerimizdeki etkisidir.

Sadece ülkemizde değil birçok ülkede de bu sorun söz konusudur.  Rusya ve Kanada’daki erkek -kadın okuma yazma oranı ile Afganistan ve Pakistan’daki erkek-kadın okuma-yazma oranı arasındaki fark gözle görülebilir bir şekilde yüksek.  Bu farkın en önemli sebeplerinden birisi bu iki ülkenin bulunduğu coğrafi bölgede kadınların hala eğitime ihtiyaçlarının olmadığı fikrinin yaygın olarak savunulmasıdır. Uluslararası sorunların halledilmesi gereken en önemli sorunlar olmasına rağmen kadınların okuma oranı şimdi bile tam olarak düzeltilebilen bir sorun değildir. Ülkelerin çabası sorunu çözmeye yetmemekte daha da kötüsü bazı ülkelerde çaba bile sarf edilmemektedir. Sabancı Vakfı, Unesco, MEB gibi daha birçok kurum ve kuruluş bu sorunu çözmek için uğraşıyor. Maalesef tam olarak bir sonuca günümüzde ulaşılamadı.

Her bir bireyin okuma-yazma hakkı yaşı geldiği anda vardır. Bu hakkı çocuklara sunmak ailelerinin görevidir. Okuma hakkı sunulan her bir çocuk okumak ister. Ama unutmamalıyız ki istemek her şeyi sonuca bağlamaz fırsat da olmalıdır. Ve doğduğumuz yere göre fırsatlarımız şekillenir işte tam da bu yüzden Teoman Duralı ’ya değil İbn-i Haldun’a katılarak coğrafya bence kaderdir diyorum.

Sivas’ın Kolluca Köyündeki  kız öğrencilerin imkan verildiğindeki başarı hikayesi: https://youtu.be/0zYzhMNZCuo

(Visited 407 times, 1 visits today)