Tarihten bugüne dek sayısını dahi hesaplayamadığımız savaşlar, kayıplar yaşandı devletler arasında. Milletler canını dişine takarak defalarca çatışmaya girdiler. Ülkeler birbirleri arasında münakaşaya girdi ve bütün bunlar yalnızca bir sebep uğruna: hürriyet.
Peki gerçekten neydi hürriyet? İnsanların kendilerini tatmin edecek her şeyi icazet almadan yapabilmesi mi? Yoksa, birine ya da herhangi bir şeye bağlı kalmadan hayatını idame ettirmek mi? Hiç sanmıyorum. Belki dünyada bununla ilgili yüzlerce hatta binlerce tumturaklı düşünce vardır ancak ben de kendime göre yorumlayacak olursam eğer bence hürriyet, ne sanıldığı gibi yalnızca bağımsızlık ne de her şeyi yapabilme gücüdür. Benim bakış açımdan hürriyet, bir diğer anlamıyla özgürlük, resim yapmaya benzer. Başkalarının kağıdını karalamadan kendi hayat yolunuzun resmini çizmektir ve o resim olmadan gölgede kalmış bir çiçek gibi yavaş yavaş solmaya yüz tutarız.
İçerisinde bulunduğumuz zamanı varsayalım. Hepimizin yaşantısı sadece havada gözle dahi göremediğimiz bir toz parçası ile ne kadar değişime uğradı… Belki de daha öncesinde yalnızca bir araç gibi kullandığımız evlerden dışarı bile çıkamıyoruz artık. Aslında bütün bunlar bir nevi daha öncesinde fark etmediğimiz, sahip olduğumuz özgürlüğün değerini hatırlamamıza yardımcı oldu diyebiliriz. Eskiden sadece iş, okul vb. birçok küçük nedenden dolayı kapana kısılmış gibi hisseden bizler, şimdi o araç gibi kullandığımız evlerden dışarı adım atamıyoruz. Günlerimiz gerçekten de dört duvar arasında geçiyor. Dışarı çıktığımızda dahi temiz havayı doya doya içimize çekmek için bile bir bez parçasını indirmemiz gerekiyor. Bence esaret ve özgürlüğün asıl ne demek olduğunu bu dönemde keşfediyoruz.
İnsanı bu dünyada arafta bırakacak tek şey yine kendi yaşamıdır. Herkes yukarıda da belirtmiş olduğum gibi kendi resimlerinden sorumludur. İçerisine nasıl boyalar kullanacağı veya kağıdını nasıl çizgilerle tamamlaması gerektiğinin seçimi yine yalnızca ressamın kendisine aittir. İşte bu yüzden özgürlük de sorumluluk almayı gerektirir. Mustafa Kemal Atatürk’ün çok sevdiğim bir sözü vardır, der ki: ” Özgürlükten doğan bunalımlar ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman fazla baskının sağladığı sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.” İnsanın kendisine çizdiği özgürlük yolunda da her zaman olduğu gibi pürüzler olacaktır. Asla dümdüz bir rotaya sahip olmayız, olamayız da. Bir kişinin önünde iki adet seçim vardır: yapmak ya da yapmamak. Zaman zaman isteyerek yapmayı ya da yapmamayı tercih ettiğimiz zor seçimlerin, istemeyerek yaptıklarımızdan çok daha üstün olduğunu yine zaman gösterir bizlere. İstemeyerek alınan kararların olduğu bir dünyada hürriyet söz konusu bile olamaz. Çünkü istemeden yapılan seçimlerin olduğu bir alemin her zaman gölgesinde kalırız ve içeri girdikçe ışığı görmek de bir o kadar zor bir hale gelir. Bundan dolayı kendi hayatımızın kuklası değil iplerden tutan olmalıyız. Yani masum görünen esaret uğruna değil pürüzlü bir özgürlük yolu uğruna olmalı bütün çabamız.
Yıllar boyu süren bir tartışmadır hürriyet ve esaret. Bundan sonraki zamanda da öyle kalacaktır eminim. Her daim hayat felsefemizi bulmak için bu iki soyut kavram üzerine düşüneceğiz. Ancak ne kadar üzerine düşünülürse düşünülsün varılacak binbir idenin içerisinde hiç değişmeyecek yalnızca bir sonuç var: Hürriyet daima haritanın içerisindeki en makul rota olarak kalacak.