Her zamanki günlerden biriydi. Her şey aynıydı. Aynı evde, aynı odadaydım. Aynı havayı soluyor ve aynı pencereden içeri giren güneş ışığıyla aydınlanmış olan okul üniformama bakıyordum. Her gün olduğu gibi vücudumda hissettiğim nedensiz ağırlıkla uyanmıştım. O kadar ağır hissediyordum ki uyanalı muhtemelen birkaç saat olmasına rağmen yatağımda yatmaya devam etmiş ve gözlerimi okul üniformama dikmiştim, her gün olduğu gibi. Geçen birkaç saatin üstüne on beş dakika ya geçti ya geçmedi anlayamazken sonunda yatağımdan kalkmazsam okula geç kalıp başıma dert alacağımı bildiğimden kendimi adeta yataktan iterek kaldırdım. Yorgundum. Hazırlandım ve okula doğru yola koyuldum. Yol uzun ve yorucuydu. Çizgilere basmamaya çalışa çalışa ilerlediğim yolda beşten fazla kez düşmekten kıl payı kurtulmuştum. Ne kadar yorgun olursam olayım o çizgilere basarsam sanki yer ayaklarım altından kayıp beni yutacakmış gibi geliyordu bu yüzden asla onları göz ardı edemiyordum. Okul kapısının önüne geldiğimde yavaşça havayı içime çekip tekrardan harekete geçtim. Sonunda okula giriş yaptım.
Dersler yorucuydu, her gün olduğu gibi. Öğretmenler durmadan anlayamadığım konuları tekrar tekrar aklıma sokmaya çalışıyorlardı. Onlar için daha da yorucu olmalıydı tabii. Dersler dışında teneffüsleri seviyordum. Her öğrenci severdi teneffüsleri zaten. En yakın arkadaşımı görmek istiyordum. Onunla sohbet etmek istemiş, sınıfına bile bakmıştım ancak günlerden salıydı. Her salı olduğu gibi okulun spor salonunda antrenman yapıyor olmalıydı. İlk teneffüs üstümdeki ağırlığı atamadığım için birkaç dakika geciktiğimi düşünüp spor salonuna gitmekten vazgeçsem bile ikinci ara zili çaldığında yavaşça oturduğum sıradan kalktım. Spor salonuna adımladım. Spor salonunun kapısına geldiğimde bakışlarımı ayaklarıma indirdim ve yavaşça sağ ayağımı kaldırarak salona giriş yaptım. Bu da çizgilere basmama alışkanlığımla benzerdi. Sol ayağımla girmektense girmemeyi tercih etmeliydim. Spor salonun dört bir yanına voleybol topları dağılmıştı ve oyuncuların bazıları oturaklardan şişelerini alıp su içiyor, bazıları hatalı olan atışlarını art arda tekrarlıyorlardı. Biraz daha etrafa bakarak onu aradığımda gözlerim oturaklarda tanıdık bir sima yakaladı. Düşündüğüm gibi, buradaydı.
Adımlarımı oturaklarda oturan ve soluklanan takım kaptanına yönlendirdim. Kahverengi saçları dağılmış ve terden ıslanmış yüzüne yapışmıştı. Yine de oldukça hoş gözüküyordu. Beni görünce gülümsedi ve el salladı. Ben de ona karşı gülümsedim. Yavaşça yanına oturdum ve sessizce atışlarına çalışan oyuncuları izlemeye başladım. “Günaydın.” dedi gözleri kolundaki saatindeyken. “Günaydın.” diyerek karşılık verdim. “Her zaman olduğu gibi saat tam 10.30 ve sen tam şu an buradasın.” Güldü. “Ufak bir rastlantı.” dedim gözlerim hala oyunculardayken. Yan tarafımdan su şişesini alan 6 numaralı oyuncunun sesini duydum. “Efendim?” Bakışlarımı ona yönlendirdim, kafamı sağa sola salladım ve kendime geldim. “Oh, günaydın diyordum sadece.” dedim ve gülümsedim. O da bana gülümseyerek karşılık vermiş ve günaydın demişti. Suyunu içmeyi bitirdiğinde tekrardan filenin yanına gitti ve antrenmanına kaldığı yerden devam etti. Birkaç dakika daha oturduktan sonra yerimden kalktım. Tam ilk adımı atmışken arkamda kalmış olan takım kaptanının sesini tekrardan duydum. “Etrafta insanlar varken benimle konuşmayı bırakmalısın.” Bakışlarımı ona çevirip gülümsedim. Sonrasında arkama dönüp sınıfıma ilerlemeye başladım.
Derslerim bitmişti, her gün olduğu gibi saat tam üçtü. Okulun girişinde beni bekleyen kahve saçlı arkadaşımı görünce gülümsedim. “Selam.” dedim sessizce yanına yaklaştığımda. Benden daha yüksek sesle o da bana selam verdi. “Seninle eve yürümemi ister misin?” dediğinde gülümsedim ve kafamı sallayarak onu onayladım. Birlikte tanıdık yollarda yürümeye başladık. Bakışlarım gökyüzündeydi. Bulutlar açık gri bir renk almıştı. Ya yağmur yağacak ya da sadece serin rüzgarları hissedeceğiz diye düşündüm. Tam bakışlarımı rüzgarla sallanan ağaçlara çevirmişken yanımda olduğunda içimi güven hissiyle dolduran arkadaşım konuşmaya başladı. “Bugün güzel bir gün.” Kafamı salladım. “Yağmur yağabilir.” dediğimde ikimiz de durumu garip karşılamadık. Yağmur kötü bir havanın göstergesi değildi. Aksine ikimiz de yağmuru severdik. Rüzgarlı serin hava ise özgürlük hissi verirdi bana. Sıcak ve nemli havanın aksine daralmaz, bunalmazdım.
“Karşı kaldırımdaki kadın sana bakıyor.” dediğinde bakışlarım merakla karşı kaldırımı buldu. Küçük çocuğuyla birlikte yürüyen kadın yakalanmış olduğunu anlayınca kafasını hızla önüne döndürdü. “Neden öyle baktı ki?” dedim sessizce. “Sana insanlar etraftayken benimle konuşmaman gerektiğini söylemiştim.” Bakışlarım ayaklarımdaydı. “Çizgilere basıyorum.” dedim. İçimde bir korku hissi yoktu. Şaşırmıştım ve korkmadığım için endişelenmiştim. Bakışlarımı aniden ona çevirdim. Onun sayesindeydi. Yalnızken bastığımda ellerimi, ayaklarımı titreten çizgiler şu an sadece basit çizgilerdi çünkü o yanımdaydı. “Senin sayende.” diyerek gülümsedim. “Bu çok hoş ama benimle konuşmayı cidden kesmen gerekiyor.” Bakışlarım onu buldu. Bana bakmıyordu. Karşı kaldırımdaki kadına bakıyor olmalıydı. “Ne demek istiyorsun?” Güldü. “Hala devam ediyorsun. İnsanlar deli olduğunu düşünecek.” Kafamı iki yana salladım. “Bu zamana kadar bir sorun çıkarmadı.” dediğimde tekrardan güldü. Alaycı bir tondaydı. “Ama bu zamana kadar oldukça sessizce, sanki mırıldanır gibi cevap verirdin. Bir de şimdiki haline bak. Benimle normal bir insanla konuşur gibi sohbet ediyorsun.” Gülümsedim. “Belki de buna ihtiyacım vardır.” dedim. Bana acıdığını ve benim için üzüldüğünü belirten bir şekilde baktı bana. “Belki de seni yalnız bırakmalıyımdır artık.” Cümlesiyle aklıma gelen düşüncelerle gözlerim genişledi. Adımlarımı durdurdum. Bastığım çizgiler bulanıklaşıp yeniden netleşti. İçimde garip bir duygu belirdi. Adeta “Girilmez!” yazan bir kapıyı ardına kadar açmıştım. Kapının ardına saklanmış olan belirsizlik, korku ve endişe hızla kanıma karışmıştı. Oysaki bu duyguları o kapının ardına koymakta oldukça zorlanmıştım. Kafamı hızla olumsuzca salladım. “Bunu bana yapamazsın. Ayrıca bu senin tercihine bağlı bir şey değil.” Ve tekrardan kapıyı kapatmaya çalışıyordum işte.
Bakışları garipti, anlayamıyordum. “Benimle konuşmak yerine insanlarla vakit geçirmenin zamanı gelmedi mi sence de, ha?” Saatlerce sürmüş gibi hissettiren ancak sadece birkaç dakika sürmüş olan bakışmamızdan sonra kafamı eğdim. “Bunu bana yapma. En azından şu an değil.” Derin bir nefes aldım. “Ben… Zamanla buna alışabilirim ama şu an kaldıramam.” Gülümsedi. Her zaman olduğu gibi sadece gülümsedi. Daha karakterini çözememişken kaybettiğim, beni her nerede olursam olayım evdeymişim gibi huzurlu hissettirmiş ve içten içe sadece bir hayal olduğunu bildiğim arkadaşım, ailem, yanımda kalmış olan tek insan sadece gülümsedi, “Belki biraz daha beni hayal etmene izin verebilirim.” dedi ve ilerlemeye başladı.