Pazar sabahlarım, çok az şeyin altüst edebileceği huzurlu zamanlardır ve bu tür olayların gerçekleşme ihtimali oldukça düşüktür. Ancak bu pazar, telefonumun çalmasıyla sarsıldım. Görünüşe göre, benim uyanmam eşimi ve çocuklarımı da harekete geçirdi; hepimiz telefonun etrafında toplanmış, ablamın söyleyeceklerini dinliyorduk. Ablam derin bir nefes aldıktan sonra, öksürerek “Ajda, sana söylemem gereken bir şey var.” dedi. Sesindeki güçlük, beni ve ailemi endişelendirdi. Ablamın kötü bir haber vereceğinden korkarak telefonun hoparlörünü kapattım ve odadan çıktım. Ablam, yorgun ve tereddütle “O artık yok.” dedi. Ne demek istediğini anlamadım ve açıklama bekledim. Ablam ağlamaya başladığında, sesi hıçkırıklarla boğuldu; kötü bir şey olduğu kesindi. “Ajda, bu söylemesi benim için çok zor ama Berat artık yok, sabah işe giderken bir kaza geçirdi.” dedi. Bu haberle sanki başıma kurşun isabet etmiş gibi oldum; dizlerim tutmuyor, başım ağrıyordu. Genç yaşta kardeşimi kaybettiğimi öğrenmek beni derinden sarsmıştı. Ablam gibi ben de gözyaşlarına boğuldum. Bu durumu duyan eşim, odanın kapısını açarak yanıma geldi ve ne olduğunu sordu. Ne kadar net anlatabildim bilmiyorum ama yaşananları ona aktardım. O da duydukları karşısında derinden sarsıldı, sanki bir şaka gibi gelmişti ona.
Ertesi günlerde, biz cenaze hazırlıklarıyla meşgul olduk, Berat’ın eşi Deniz’i sakinleştirmeye çalıştık. Geriye kalan son iş evi temizlemek ve Berat’tan kalan eşyalara bakmaktı. Berat’ın eşi Deniz, son derece tatlı ve anlayışlıydı; eşinin ölümünün ardından geçen kısa süreye rağmen, evi toplarken çocuklara bakmak konusunda ısrar etti. Onu durdurmaya çalışsak da bizi dinlemedi; kafasını dağıtmak istediğini söyledi ve biz de istemese de onu bu konuda serbest bıraktık. Ablamla eve vardığımızda, girişteki aynanın üstündeki ve duvarlardaki fotoğraflarda genellikle Deniz, ben ve Parla (ablam) birlikteydik. Evde ilerlerken, her şeyi olduğu gibi bırakmaya özen göstererek temizlemeye koyulduk. Tüm odaların temizliği tamamlandı; geriye sadece bodrum katı kalmıştı. Orası, en çok ışık alan ve Berat’ın en sevdiği yerdi. Bodrum katına indiğimizde, oranın zaten temiz olduğunu gördük, bu bizi şaşırttı; çünkü oraya uzun süredir kimse girmemişti. Dikkatimizi en çok çeken şey, büyük ve geniş bir alanı kaplayan sandıktı. Ablamla birlikte, sandığı açmaya karar verdik ve kilidini çözdük. Meğerse bodrumdaki bu sandık, aile sırlarımızı saklıyormuş. Sandığı açtığımızda karşılaştığımız mektuplar, dünyaya bakış açımızı tamamen değiştirdi. Mektupların hepsi Berat’tan bize bırakılmıştı. Çoğunda, yan komşularının uzun süredir onu takip ettiğinden, her pazar dikkatli olması gerektiğinden bahsediyordu. Mektupları okurken, Berat’ın öldüğü günün bir pazar olduğu ve o günlerde işe gitmediği aklıma geldi; anlamıştım ki bu, bir kaza değil, cinayetti. Hemen mektupları alıp ablamla birlikte polis karakoluna giderek her şeyi anlattık.
Polis başta hikayemizi şüpheyle karşılasa da, derhal bir soruşturma başlatıp komşunun evine bir ekip gönderdi. Kısa sürede komşu suçunu itiraf etti ve hapse atıldı. Biz hâlâ yaşananların şokunu atlatmaya çalışırken, Deniz’in hamile olduğunu öğrendik. Şimdi, kocasını kaybetmiş yalnız bir kadın, henüz doğmamış ve babasını hiç tanımayacak bir çocuk ve Berat’ın ardında bıraktığı aile ile büyük bir ev vardı…