Zorlu okul yıllarının bitimiyle benim beklediğim günler de gelmiş olurdu. Yılın tüm stresinden ve gürültüsünden arınıp ödevleri ve olayları kafama takmayacağım bir sürece girerdim. Çünkü her yıl olduğu gibi bu yıl da benim güvenli yerim olan anneannemlerin çiftliğine gidecektik. Orayı öyle çok severdim ki şehre dönene kadar eski hayatımdan tamamen kopmuş, yeni biri olmuş gibi hissederdim. Bu yüzden de arabada ilk yerini alan hep ben olurdum. Kelime oyunlarıyla dolu, uzun bir yolun sonunda yemyeşil çiftliğimize ulaşır, görünüşüyle insanın içini ısıtan kırmızı evimize girer girmez de dedemle anneanneme sarılıp yol yorgunluğuyla hemencecik uyurduk.
Annem ve babam yol boyunca değişerek araba sürdüklerinden ve yıl içindeki tek tatillerini değerlendirmek istediklerinden öğlene kadar uyanmasalar da ben çiftlikte bulunduğum zamanın tek bir anını kaçırmamak için horozumuz Kara’nın ötüşüyle uyanır böylece Güneş’in ilk ışıklarının yarattığı sarılı kırmızılı muazzam manzarayı kaçırmamış olurdum. Bazılarına göre çiftlik hayatı zor ve uğraştırıcı olsa da bana göre çok eğlenceli aktiviteler, oyunlardı bu küçük yerdeki görevlerim. Her hayvanımızı ayrı sever hepsinin adlarını bilirdim hatta oldu ki birinin ismini unutursam kendime çok kızardım. Sabah ilk işim tüm çiftliği sesizce selamlayıp bütün hayvanlarımıza yemlerini dağıtmaktı. İlk ineklerimizden başlardım daha sonra sütlerini sağacağım için karınlarının erkenden doyması gerekirdi. Ahırdan çıktığımda uyandığımdan çoktan haberdar olan siyah beyaz, kısa tüylü Zeytin karşılardı beni. Her ne kadar dedem onunla sürekli ilgileniyor olsa da çiftliğimizde düzeni sağladığı için ben de ufak bir şeyler verirdim avcı köpeğimize. Zeytin’le karşılaşmam kahvaltıya az kaldığının habercisiydi. Geç kalıp anneannemi bekletmemek için hızlıca sanki ebelemece oynarcasına koşuşturan keçilerimize ve koyunlarımıza yemlerini dağıtır, ördeklerimizi ıslanmamaya domuzlarımızı da çamura bulanmamaya çalışarak doyururdum. Son olarak kümestekilere de yemlerini verir günün yumurtalarını toplamayı unutmadan bütünüyle kırmızı, sıcak evimize aç bir mide ve mutlu bir suratla geri dönerdim.
Ailemizin çoğunluğu geç kalkmayı sevdiğinden kahvaltımızı bitirmemiz öğleden sonrayı bulurdu. Hava biraz kararmış olsa da çiftliğimizin neşesi, çimlerimiz parlak yeşilliği, rengarenk güllerimiz, lalerimiz, papatyalarımız ve uzun tahtadan çitlerimiz hala görülebilir durumda olurdu bu zamanlar. Kahvaltı benim için bir dinlenme olduğundan karnım doyar doymaz yeni işler peşinde koşmak isterdim. Anneannem masayı toplar sonrasında da annemle birlikte ev işleri yapardı. Babam da işlerini uzaktan toplantılarla devam ettirdiğinden kahvaltı sonrası bana yardıma bir tek dedem gelirdi. Her gün aynı şeyleri yapardık ama bazen sıralarını değiştirir böylece hiç sıkılmazdık. Dedem gün içinde süt içmeyi sevdiğinden ilk Sarıkız’la Şeker’in sütlerini sağardık. Bunu yaparken de kızlarımızın siyah beneklerinden haritalar oluşturur, kafamızda farklı farklı hikayeler kurardık. Huysuz olmadıkları bir güne denk geldiysek ikisi de iki kova süt verirdi bize, içtiğim sütü kendim sağmaksa öykülerin yanında ayrı bir zevk verirdi bana. Bu heyecanımla dedem kümeslere doğru giderken sütleri bir koşu eve götürüp anneme verirdim. Daha sonra Zeytin’le koşarak kümeslere gider temizliğe çoktan başlamış olan dedeme eşlik ederdim. Bazen ben de temizlerdim bazense bu işi biraz sıkıcı bulduğumdan kümesten çıkarılan tavuklara göz kulak olurdum. Tavukların hepsi uzaktan aynı görünse de hepsini teker teker incelediğimde ne kadar da ayrı olduklarını anlayabiliyordum. Mesela Çilli’nin tüylerinin arasında turuncu benekler varken bir başkasında yoktu ya da Boncuk’un kanatları yuvarlağı andırırken ötekilerinin çoğu daha çok üçgene benzerdi. Siyahlı kırmızılı tüyleri ve bütün asaletiyle horozumuz Kara zaten benzersizdi benim için. Çiftlikteki kahvaltıdan sonraki üçüncü durağımızda dedemle maalesef ayrılırdık. O keçilerle koyunlarımızın yanına gider boynuzlarının ve tüylerinin durumunu kontrol ederdi. Yaralanan varsa, çünkü ara sıra birbirleriyle hararetli kavgalar edebiliyorlardı , gerekli tedavileri yapar tüyleri fazla uzadıysa da benim için traktör sesiyle aynı şiddette bir gürültü çıkaran makinesiyle kısaltırdı. Ben ördeklerimiz ve domuzlarımızın yanına giderdim. Kaybolan veya gözümden kaçan hayvanımız olmasın diye ilk herkesi sayardım ve genelde eksik çıkmazdı. Sayımdan sonra domuzlarımızın çamurunu sulardım bu şekilde çamur her ne kadar iğrenç kahverengi bir balçık kıvamına gelse de domuzlarımız yaşam alanlarını bu şekilde seviyor, etraf azıcık kuruyuversin gür sesleriyle tüm çiftliği inletiyorlardı. Ördeklerimiz pek fazla iş gerektirmiyordu. Benim en çok imrendiğim hayvanlardılar çünkü aynı anda yürüyebiliyor, uçabiliyor ve yüzebiliyorlardı. Ayrıca kendilerini temizleme ve yemek yeme alışkanlıklarını çoktan edinmişlerdi bizim ördeklerimiz. Tüm bu işler bittikten sonra anneannemin yakın zamanda beyaza boyadığı kapımızın önünde dedemle buluşur, aynı anda içeri girerdik. Ardından da ikimiz de bir kanepe seçip mışıl mışıl uyuyarak yorgunluğumuzu atardık.
Akşam yemeği saatinde annem sayesinde ve yemeklerin mis kokularıyla birlikte uyandırılırdım. Hep beraber her zaman nefis olan yemeklerimizi şen sohbetlerimiz eşliğiyle yerdik. Bitirince bu sefer babamla dedem masayı toplar, bulaşıklarla ilgilenirdi. Annem salona geçer günün aktivitesini seçmeye koyulurdu. Anneannem de bana hayvanlarımızın son öğününü verip anneme katılırdı. Ben dışarı çıkar yine inekler, zeytin, keçi ve koyunlar, domuz ve ördekler, horozlar ve tavuklar sırasıyla herkese iyi geceler der, yemlerini dağıtırdım. Böylece çiftlik hayvanları için gün bitmiş olsa da bizim için gün annemin bulduğu etkinlikleri tamamlamadan bitmezdi. Annem çocuk ruhlu, çok güzel bir kadındı ve insanın sürekli eğlenmesi gerektiğini savunurdu. Arabada oynadığımız oyunların da öncüsü olan annem cidden her güne eğlenceli aktiviteler koyardı. Bazen saklambaç bazen tombala bazen de origami yarışması benzeri olan bu faaliyetlerimiz bizi güldürerek bağlarımızı güçlendirirdi. Belki de günlerimin en sevdiğim kısımları olabilecek bu anlar da sona erdiğinde herkes üzerlerindeki bu rahatlıkla yataklarına çekilirdi. Güzelce uykumuzu almaya bedenimizi bir başka güne hazırlamaya odaklanırdık yani bu zamanlarda bütün çiftlik huzurla dolar, kimse tek çıt çıkarmazdı.
Bütün tatillerimi geçirdiğim güvenli yerim olan bu rengarenk ve sakin çiftlikte günlerce aynı şeyleri yapsak da ailem, hayvanlarım ve adeta büyülü atmosfer sayesinde sıkılmam imkansızdı. Karşılaşabileceğim tüm olumsuzluklara rağmen kendimi çiftlik hayatının içinde bulmayı iple çekiyordum. Ne yazık ki bu yaşama ve yere kavuşmama daha çok vardı çünkü şehrimizde okullar daha yeni başlamıştı.