Dokunamadıklarımızı şekillendirdiğimiz bir hayatta yaşıyoruz. Ruhumuza sarılı bir duvar var ancak o duvarı aşamıyoruz. Eğer ki bu güçteki bir duvarı kırabilecek mert bir çekimiz olsaydı neden olmasın? Ancak daha kendisine karşı kör olduğumuz duvarları hissetmek ne ki aşacağız?
Ruh asi, bir o kadar da eli açıktır. Kaçabildiğince uzaklara kaçmak, bağımsızlığa tutunup keşfetmek ister. İçinde barındığı surlar olmasa tutabilene aşk olsun. Ruh gittiği heryere kendinden bırakmayı diler, fikirlerinden ve saf tekliğinden attığı adımlarla bulunduğu yerlere damgalamak ister. Ancak ruhun önünde bulunan kalın duvarların bir yüce kısmı der ki:”Dur. Bir adım atma ötesi yok. Arkana dönme telafisi yok. Önce yere sonra ileri, minik adımlarla sadece beni gör.” Herkesin ruhunda böyledir bu, sanatçılar hariç. Sanatçılar ruhlarının bu yönünü kapatan duvarı kırmışlardır ancak hepsi bunu değerlendirmek istemez, değerlendiremez. Tüm sanatçılar bir Mozart, bir Van Goh mudur?Tüm sanatçı dediklerimizin de illa ressam veya müzisyen olması gerekmez. Ülke başkanları da birer sanatçıdır, yardım eli uzatanlar da, filizlenmeyi bekleyen umutlara fısıldayanlar da…
Surların gölgesinde yaşanların bile aslında kapana kısıldıkları iç duvarları vardır. Bu bahsedilen duvarların hepsi kişinin kendi çıplak gözlerine mahsustur tabi. Durum böyle olunca aitsizlik hissi mukadderdir. Bazıları bunu olabildiğince görmezden gelir, sanki hiç yokmuş gibi. Bazıları da farkındadır. Malesef ki farkındalığın duvarların varlıklarına yarardan çok zararları vardır. Kalınlaştırırlar bi kere. Çünkü istenmeyen farkındalık umutsuzluğu peşinden sürekler. Bunun gibi zincirleme olaylar minik minik önümüzü keserken ruhumuzun bile hislerinin önünü keserken soldurur. Zaten yok olmaya yüz tutmuş halimizin, varlığına olan son bağlarını altın bir makasla keser. O zaman ne olur? Bu kadar derini henüz göremediğimiz için sadece dinlemekle yitiniriz. Derinlerden yüzeye, bulunduğumuzu düşündüğümüz evrene akar; kulağımızda yankılanır. Artık seslere kulak vermek bize kalmıştır. Kulak verenler yankılanan melodileri kalemle kağıtlara işler, buna şiir deriz. Derinlerin özünü yukarı taşımış şiirler, her okuduğumuzda biraz daha yakınına düşülen derinleri anımsatır.
Acımasızlığın çiçeklerle donattığı olay dizileri, kimi zaman ayaklarımızı keser. Daha az insan olur, daha az gerçek oluruz. Durum bu noktaya gelince artık gerçeklik anlamını yitirir, rüya makyajı yapar. Bir bakarsınız konuşmak güçleşir, kendine inanmak güçleşir ve şeklimizi koruyan keskinliklerimiz zımparalanır.
Katman katman yaşarız. Katmanlarımız saydamlığına inandığımız surlardır,kıyılarında dönüp dururuz bir ânın ışığında. Kör ve ürkekleşmişler ansızın zaman tarafından asılırlar, sonsuz bir durgunluğa erişene dek sarkık kalmak adına…