Doğduğumdan beri alışık olduğum. “Evim” olarak benimsediğim yer değildi burası. Etraf oldukça sessiz olmasına rağmen yanımdaki süslü saatin her saniye mırıldanması sinirimi bozuyordu. Normalde olduğumdan yüksekteydim ve bu her şeyi daha net görmemi sağlıyordu. Yeni boyanmış duvarın bezginliği ve hırıltılı sesi ilk kez yaşanmadığı izlenimini veriyordu. Etrafta tek bir toz bile yoktu. Şaşırmıştım çünkü biliyorsun, seninleyken üzerimi bir kez bile silmedin. Yaptığın tek şey yıpranmış halının üzerine oturup saatlerce yeni eserler çizmekti. Bense muhtemelen unuttuğun bir köşede seni izliyor olurdum. Ellerinin nazik ama aynı zamanda sabırsız bir şekilde fırçayı tuvaline sürüşünü dinlerdim. Ellerin titrerdi. Nedendir bilinmez… ya pencereden gelen soğuktan ya da-
“Evet, geldim eve…. Tamam kapat telefonu.” düşüncelerimi kesen unsura baktım. Boyu uzun, siyah saçları hayatın getirdikleriyle grileşmiş ve muhtemelen otuzlu yaşlarının sonunda olan bir kadındı. Epeyce de sinirli görünüyordu. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı ve yere çömeldi. Daha sonra tanıdık bir ses duydum. Bu ses hüzünlü bir melodiyi anımsatıyordu bana. Seni hatırlatıyordu. Yerdeki ahşap fayansa düşen mavi denizi hatırlatıyordu. Kırılmış ve bozulmuş bir serenattı bu. Parçaları ahşapta kamufle oluyor bir yerinin kesilmesini kolaylaştırıyordu. Kadın ayağa fırladı birden. Ayağındaki topukluları yere fırlattı. Fevri bir şekilde eline yatakta duran yastığını aldı ve içini dışına çıkardı. Etrafa pamuklar saçılırken kadının elinde parlak bir madde belirdi. Bu bir yüzüktü. Sonra ne olduğunu anlamadan altından yapılma yüzük gözlerimin önünden kayboldu ve oda sessizliğe büründü. Kadın yüzüğü camdan fırlatmıştı. Ölüm çığlıklarını hala duyabiliyordum. “Keşke her şey eskisi gibi kalabilseydi…” fırtına sonrası sessizlik gibi yatağına sakince uzandı. Siyah saçları beyaz çarşafla buluşmuştu ve birbirlerini anlar gibi sıkıca tutunmuşlardı. Kadın karşımdaki yeni boyanmış duvara uzun uzun baktı. Dümdüz bir duvardı. Hiçbir özelliği yoktu. Kadın belki de onu boyayarak değiştirebileceğini, sevilesi bir tanesine çevirebileceğini sanmıştı. Fakat doğruyu söylemek gerekirse değişen tek bir parçası bile yoktu. Malzeme aynıydı ve aynı renkti yalnızca üstünden bin kez geçilmişti. İstemsizce gülesim geldi. İnsanlar ne kadar da tahmin edilebilir varlıklardı. Hepsi farklı yerlerde, zamanlarda ve koşullardaydı ama sonuç nasıl oluyorsa hep aynıydı. Düşüncelerinden davranışlarına kadar hem de. Sen de yapardın bunu. Birine bağlanmanın acısını en ağır şekilde öderdin. Eve zar zor gelir birbirine karışmış boya kokularıyla saatlerce isli duvarına bakardın. Benim bile kokudan başım dönerdi ama sen istifini bozmazdın.
Tıpkı sende yaptığım gibi onun da her geçen gün çöküşünü izledim. Gözlerindeki bıkkınlığı ve boğazındaki yumruyu. Bitmek bilmez karanlık bir tünelde yolunu bulmaya çalışmasını izledim. Çocuklarının eve gelişini ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi onlarla güle oynaya konuşmasını da. Sahi sen böyle rol yapabilir miydin? O kadın yapabiliyordu. Ne yaşarsa yaşasın bunu asla yansıtmadı. Ama içten içe çürüyordu. Duvarını her hafta boyadı. Hatta o koku beni eski anılarıma götürdüğü için üzülmedim değil. O ise boyarken eskisi kadar hüzünlü veya kızgın görünmüyordu. Artık sadece alıştığı için yapıyormuş hissi vardı.
Zaman her şeyin ilacı olurken bende yerime alışmıştım. Yanımdaki saatin mırıldanmalarına duyarsızlaşmıştım ve gittikçe seni unutmaya başlıyordum. Bu yüzden sana bir mektup yazmak istedim. Aslında ilk başlarda beni terk ettiğin için sana kızgındım ama sonra benim canımı yakmak için değil kendi canını kurtarmak için yaptığını anladım. Bir ressam olmak bu toplumda sana büyük meblağlar kazandırabilecek bir meslek değil sonuçta. Yaşamak için beni başkasına vermen gerekiyordu. Biraz hayal kırıklığına uğramıştım sadece çünkü ilk yaptığın eser olduğum için özelim sanmıştım. Ne yazık ki durumlar pek de benim düşündüğüm kadar basit hiçbir zaman olmadı. Sonuçta insanları küçümsediğim kadar bende duygularımın esiriyim. Seni özlüyorum, sesini duymayı ve yüzüne bakmayı. Fakat artık burası çok da yabancı gelmiyor. Dediğim gibi alışıyorum, unutuyorum. Yine bir mavi deniz var fayansta fakat bu sefer birileri kırılan serenadın parçalarını nasıl toplayacağını biliyor.