Tüm ordu sadece savaşmak için burada değildi. Aynı zamanda, Türk halkına özgür ve bağımsız bir devlet bırakabilmek için buradaydık. Savaş anında aklımıza kazınan tek kelime şuydu: “Ya istiklal, ya ölüm!” Savaşın her anı belirsizlik içeriyordu. Fakat herkes, bu savaşın bir galibi olacağını biliyordu.
Bu anları yaşarken hem fiziksel hem de ruhsal bir savaş veriyorduk. Savaş sona erdiğinde mutlu mu olsak üzülsek mi bilemedik. Evet, kazanmıştık. Fakat binlerce arkadaşımızı, askeri ve yoldaşımızı kaybetmiştik. Bir süre sonra anladık ki onların izini ve eserini yaşatabilmek için sevinmek en doğru tercihti.
Bizi cephede zorlayan bir diğer şey ise ailelerimizin bizi şehit olmuş sanmalarıydı. Aslında mektuplar yazıyorduk fakat bir gün bile yazmasak yaşadıkları tedirginliği hissedebiliyorduk. Benim açımdan savaş geceleri bir korku filmi gibiydi. Sabahları da geceden pek farklı değildi. Tek değişen şey, düşmanın acımasızlığı ve Çanakkale’nin sert, hırçın geceleriydi.
Bu şartlarda bile galip gelerek Türk ordusunun gücünü bir kez daha gösterdik. Uzun lafın kısası: “Çanakkale geçilmez!”