Hayatta bazı anlar vardır. Dünya senin mutlu olmanı ister. Gün içinde yaşanan olayların hepsi sanki senin adına, sana özel olarak hazırlanmış gibi gözükür. Özelmişsin gibi… Ben de özelim ama bu şekilde değil. Tam tersine son bir aydır hayat benim mutlu olmamı istemiyor gibi. Ne zaman mutlu olsam bir şeyler ters gidiyor. Artık kendimi mutlu olmamak için tuttuğum zamanlar oluyor çünkü ne zaman mutlu olsam en az iki katı kadar üzülüyorum. Tabi ki kendime bu durumun bana özel bir şey olmadığını, dünyanın özel olarak benim üstüme gelmediğini sıkça tekrar ediyorum ama bu son yaşadığım olayı düşündükçe kendime inanasım gelmiyor.
Bir ay önce gittiğim bir saat dükkanında gözüme kedi desenli bir cep saati çarptı. Çerçevesi ve arka tarafı altın, kapağı ise siyahtı. Neden bilmiyorum ama diğer saatlerden alamadığım bir enerji almıştım bu saatten. Kasaya gidip satıcıya bu saati gösterdiğimde yüzünde mutsuz bir ifade belirdi. Bu güler yüzlü, beyaz saçlı saatçinin suratı bir anda düşmüştü. O sırada saatin durduğunu fark ettim. Adam gitmemi ve bir daha gelmememi söyledi. Evime dönerken ertesi günün doğum günüm olduğu aklıma geldi. O garip saat satıcısından sonra moralim yerine gelmişti. Saatin kaç olduğuna bakmak için elimi cebime uzattım. Saati elime aldığım gibi modum düşüverdi. Sadece doğum günümü değil, her şeyi bir anda unutup kafama depresif düşünceler sokmaya başladım. Bu sırada çalışmayı durduran saatimin camındaki yansımadan yüz ifademin aynı o saat satıcısınınki gibi olduğunu gördüm. İlk başta bunun saatle ilgisi olmadığını düşünmüştüm ama ne zaman mutlu olsam saatin durduğunu ve mental olarak çöktüğümü görünce anlamıştım. Bir cep saatiydi ama mutlu olduğun zamanı anlıyordu ve o zaman kendiliğinden duruyordu.
Yaklaşık bir ay boyunca bu saat cebimde gezdim. Yanıma almak istemiyordum ama sanki saat beni onu yanımda götürmem için zorluyordu. Saat beni lanetlemişti. Onu saat satıcısından aldığımdan beri bir parçam gibi hissediyordum. O saatçiye geri dönüp saat satıcısıyla konuşmalıydım. Saatçiye doğru adım atmaya başladım. İçeri girdiğimde saatçi her zamankinden çok daha fazla mutluydu. Ama bu sefer mutluluğu bir anda kaybolmamıştı. Beni gördü ama yüz ifadesinde herhangi bir değişim olmadı. Beni kovan ve bir daha gelmememi söyleyen bu beyaz saçlı adam beni tanımamıştı.
Elimi cebime attım. Saati elime alıp camdaki yansımayı gördüm. Yansımada şu anda karşımda duran beyaz saçlı, güler yüzlü saatçi vardı. Kafamı kaldırıp önüme baktığım gibi hayatımın şokuna uğradım. Karşımda benim bedenim duruyordu hem de benim saati elime aldığım yerde. Beden değiştirmiştik. Eski bedenim, özgürlüğüne uçan bir kuş gibi dükkandan uzaklaştı. Ben ise kıpırdayamıyordum. Bedenim kendi kendini kontrol ediyordu, kendi kendine müşterilerle konuşuyordu. Saati aldığım ilk noktaya doğru yürüttü beni. Beden, saati benim aldığım yere yerleştirdi ve bir sonraki kurbanını beklemek üzere oradan uzaklaştı.