Victoria Şelaleleri’nde geçirdiğim bir gün unutulmaz bir deneyimdi; zamanın nasıl akıp gittiğini fark
edemedim bile! Sabahın erken saatlerinde yola çıkmaya karar verdim ve doğanın uyanışını güneşin ilk
ışıklarıyla birlikte izledim; doğa ile selamlaşmamızdan sonra ben de bu huzurlu sabah atmosferinden
keyif almaya başladım. Yemyeşil patika yolunun her adımında toprağın kokusunun verdiği mutluluğu
yaşarken rüzgarın ağacın yaprakları arasından geçişini hissettim ve kuşların sabah şarkıları kulaklarıma
dolmaya başladı. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum.
Patikayı izleyerek ilerlerken zaman zaman yol daralır ve etrafı kaplayan yemyeşil yapraklar beni
tamamen kuşatır gibi oluyordu. Ağacın gölgelerinden geçerken içimin huzurla dolduğunu hissettim.
Doğanın sesleri her adımımda kulağımda bir melodi gibi yankılanıyor gibiydi. Yavaşça yürüyerek her
adımda doğanın büyüsüne daha çok kapılıp gidiyordum. Bir saatlik bir yolculuktan sonra şelalenin
sesini duymaya başladım ve kalbim heyecanla atmaya başladı.
Sonunda ulaştığımda yeşillikler arasından görünen o nefes kesici manzarayı gördüm: şelale büyük bir
gürültüyle kayalardan düşerek yere çarpıyor ve suyun sis oluşmasına sebep oluyordu çevreyi hafifçe
kaplıyor; bir tarafta suyun gürültüsü yankılanırken diğer tarafta ise sakin akan su huzur verici bir
ortam sunuyordu. Suyun duruluğu benim de ilgimi oldukça çekti; her damla ışığın kırılmasına neden
oluyor ve küçük çaplı bir gökkuşağı oluşmasına neden oluyordu. Şelalenin gücü ve zarafeti her
damlasında kendini hissettiriyordur; su kayaların üzerine sıçrar ve arkasında ipince bir buhar tabakası
bırakarak etrafına daha büyük bir ihtişam katıyordu. Doğanın her yanındaki küçük ayrıntıları, beni
büyük bir hayranlıkla bırakmıştı. Böyle bir güzelliği anlatmak için kelimeler bile yetersiz kalırdı.
Bir süre orada sessiz sedasız bir şekilde oturup sadece bu büyüleyici manzarayı izledim. O an her şey
durdu, sadece ben ve Cennetin Kapıları vardı. Şelale beni çağırıyordu, ona katılmamı istiyordu. Hafif
bir meltem ile suyun etrafındaki buharlar beni kucaklarcasına sarmıştı. Şelalenin gücü, doğanın
varlığına karşı olan farkındalığımı artırmıştı. Doğanın bu sonsuz benliğine bakarken, insanın ne kadar
küçük olduğunu, ama doğanın da bir o kadar insana bağlı olduğunu hissettim. Bu inanılmaz manzara
bana çok şey öğretti; doğa, yalnız estetikten ibaret değil, aynı zamanda ruhsal bir denge de
sunuyordu.
Akşam yaklaşıyor, gün batımının ışıkları yavaşça şelaleyi kaplıyordu, doğanın bir bambaşka yüzüyle
tanışıyordum. Gökyüzü turuncu ve pembemsi tonlarla boyanmıştı, şelalenin suyu bu ışıklarla dans
edercesine onları etrafa şaçıyordu. Peri masallarından çıkmış unutulmaz bir manzaraydı. O an, her
şeyin bir arada, ahenk içinde olduğunu fark ettim. Ağaçlar, su, taşlar, hatta hava… Hepsi bir bütünün
vazgeçilmez birer parçasıydı ve ben onları birleştiren muazzam bir gücün sahibiydim.
Victoria Şelaleleri’nde geçirdiğim bu günü hiçbir zaman aklımdan çıkartamayacağım. O kadar huzurlu
ve anlamlı bir deneyim oldu ki, her anı zihnimde canlı bir şekilde kalacak. Geriye dönüp baktığımda,
doğanın sunduğu bu paha biçilemez anları kalbimde taşırken, sadece bir güne değil, bir ömre bedel
bir hatıra kalmış olduğunu anladım. Doğa bana her şeyin birbirine ne kadar bağlı olduğunu, huzurun
ise ne kadar derin olabileceğini gösterdi.